Chapter 1: Hogwarts'a Dönüş
Chapter Text
HOGWARTS'A DÖNÜŞ
Yıl:1993
Kitap: Harry Potter ve Azkaban Tutsağı
Lorien yıllar sonra yeniden Hogwarts'taydı. Bu defa yer değiştiren merdivenleri yürürken hiç acelesi yoktu.
Lorien tablolara selam vererek Büyük Salon'a doğru ilerledi. İçeriye göz gezdiren Lorien, çok geçmeden siyah pelerinli bir adamın salonun diğer ucunda olduğunu farketti.
Severus.
Birden nefesi kesildi çünkü onu hemen farketmişti. Kararlı adımlarla salonun diğer ucundan Lorien'e doğru yürümeye başladı. Yürürken pelerini havalanıyor ve saçları dalgalanıyordu. Lorien'in eli ayağı birbirine karıştı, ne yapacağını bilemez halde başını öne eğdi. Yıllar geçmesine rağmen hala genç bir kız gibi heyecanlandığına şaşırmıştı.
"Merhaba." dedi Lorien kibarca.
Severus durup dikkatle onu süzdü. "Tanıyamadım, siz kimdiniz acaba?"
Lorien tokat yemiş gibi oldu. Bu soruyu öylesine sorup sormadığını anlamaya çalıştı. Fakat gerçekten de onu hatırlamıyordu.
~ YILLAR ÖNCE ~
Lorien öğrenciyken arkadaşlarına fazlasıyla güvenirdi. Bir gün tek boynuzlu at gördüğünü iddia eden arkadaşı, tüm grubu Yasak Orman’a gitmeye ikna etti ancak duydukları ses yüzünden hepsi arkasına bakmadan kaçtı. Lorien yere yuvarlanmış ve ormanda tek başına kalmıştı. Üstelik yanlış yöne gittiğin farkında bile değildi. Ağaçların arasında duyduğu hırıltı yüzünden tüylerini diken diken oldu. Korkuyla gözleri açılan Lorien, karşısında büyük bir yaratık gördü. Daha asasını çıkaramadan tek hamlede onu yere serdi. Herşeyin bittiğini düşünen genç kız, gözlerini kapatarak bitmesini bekledi.
"Sersemlet!"
Lorien gözlerini açınca, o yaratığı yerde baygın halde yattığını gördü.
"İyi misin?" dedi Slytrerinli bir oğlan. Üst sınıflarda okuyan bu çocuk, soluk tene ve uzun, siyah saçlara sahipti. İsminin Severus Snape olduğunu öğrendi. O gece Severus'un gözlerine minnetle bakarken aşık olmuştu.
~
~ŞİMDİ~
Lorien duruşunu düzeltip kendinden emin ve güçlü görünmeye çalıştı. "Ben Lorien, Lorien Evergreen. Yeni kehanet profesörüyüm."
Severus'un dudaklarında küçümsemeye benzeyen bir kıvrım oluştu. "Kehanet mi?"
"Evet ve alanımda çok başarılıyımdır."
"Demek öyle..." dedi hor gören bakışlarla, "o zaman neden bir kehanet yapıp beni şaşırtmıyorsunuz Bayan Evergreen?"
Belli ki Severus onu bir teste tâbi tutuyordu. Lorien gülümsedi. "Kehanetler böyle çalışmıyor."
Severus sanki karşısında bir sahtekar duruyormuş gibi baktı. "Tabi, anlıyorum." dedi sakin sakin.
Lorien derin bir nefes aldı. "Pekala..." Müsade isteyip Severus'un sol eline uzandı. Severus elini hızla çekip pelerinin içine soktu.
"El çizginizi görmem gerekiyor." diye açıkladı Lorien. Severus isteksizce elini uzatıp belli belirsiz homurdandı. "Umarım buna değer..."
Lorien parmağını Severus'un avucunda gezdirirken bir an için ürktüğünü farketti ama geri çekmedi. "Kalbinizde büyük bir yara olduğunu görüyorum... ama bu yara iyileşecek."
Severus elini anında geri çekti. Alaycı gülüşü solmuş ve yüzü gerilmişti. "Yaralar hiçbir zaman iyileşmez, sadece daha derine gömülür." dedi ve pelerinini savurup hızlı adımlarla salondan çıktı. Lorien onu kızdıran şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı ama başaramadı.
BÜYÜK SALON
Annesi Türk bir cadı, babası ise İngiliz bir muggle olan Lorien, çocukluğunu iki farklı dünya arasında geçirdi. Dolayısıyla iki kültürün de renklerini taşıyordu.
Güzel bir günün ardından Lorien akşam yemeği için Büyük Salon'a indi. Salon tıklım tıklım doluydu. Öğretmenler masasına göz attı. Tek bir sandalye boştu, Severus'un yanı. İnsanlar onun yanında rahatsız hissettiğinden midir bilinmez ama genelde bir köşede sakince yemeğini yerdi.
Lorien sandalyesini çekip otururken "İyi akşamlar" diye selam verdi.
Severus yemeği ile ilgilenirken kafasını kaldırmadan konuşmaya başladı. "Geleceği kahve telvesinden okumak… Cüretkâr bir yöntem.”
Anlaşılan, verdiği ders çoktan duyulmuştu.
“Sizin için hiçbir yöntem yeterince ciddi değil, değil mi Profesör Snape?”
Severus elindeki bıçak ve çatalı bırakıp Lorien'in yüzüne baktı. "Yöntem ne kadar farklı olursa olsun sonuçları hep değişkendir. Değişken olan bir şeye güvenemezsiniz."
Başını biraz daha dik tuttu ve bir süredir cevabını bulamadığı o soruyu sormaya karar verdi.
"İlk geldiğim gün bana neden kızdığınızı anlayamadım. Bana mı güvenmiyorsunuz yoksa kehanetin kendisine mi?"
"Güven kolay kazanılmaz, Profesör Evergreen. Özellikle de temeli sağlam olmayan kehanetlerle geldiyseniz," bakışlarını tekrar tabağına çevirdi, "ama merak etmeyin sizinle şahsi bir meselem yok."
Lorien tabağına dönerken mırıldandı. "Bütün kehanetlerimin doğru çıkmasını istemem. Dilerim bazıları beni yanıltır."
Severus bunu duymuş ve ne anlama geldiğini çözmeye çalışır gibi tek kaşını kaldırmıştı.
SİYAH KÖPEK
İkindi vakti öğrenciler son derslerine girmiş ve hepsinin üstüne tatlı bir yorgunluk çökmüştü.
Snape son dersten sonra odasına dönmek için sınıftan çıktı. Bu sırada kıvrak adımlarla yürüyen Lorien'i farketti. Üzerine bir palto geçirmiş eline de siyah bir çanta almıştı. Severus'un yanından geçerken başıyla selamladı ve beklemeden yoluna devam etti.
"Bir kehanet profesörünün ne acelesi olabilir ki?" diye burun kıvırdı Severus. Ancak sormaya bile vakti olmadan gözden kayboldu. Snape, bir an duraksayarak nereye gittiğini merak etti. Yasak Orman’a doğru gidiyordu. Şüpheyle kaşlarını çatıp pelerinini düzeltti ve adımlarını izlemeye karar verdi.
Lorien ormanda ender bulunan bir bitkiyi toplamak için uzanırken bir çift gözün onu izlediğini farketti. Korkuyla kafasını kaldıran Lorien karşısına zararsız bir köpek görünce rahatladı.
Siyah köpek ağaçların arkasında durmuş onu izliyordu. O kadar zayıftı ki neredeyse kaburgaları görünecekti. Bir an için çocukluğuna, Türkiye'deki günlere döndü. Orada insanlar, sokak hayvanlarıyla birlikte yaşar ve onları beslerdi. Bu saf dostluğu hep özlemişti. Çantasında bir parça ekmek olduğunu hatırladı. Ekmeği çıkarıp usulca yere bıraktı ve bir kaç adım geri çekildi.
"Hadi gel, açsındır." dedi yumuşak sesle.
Köpek, ürkek adımlarla ekmeğe yaklaştı ve önündeki ekmeği tek lokmada mideye indirdi. Lorien eğilip köpeğin başını nazikçe okşadı. Gözleri minnetle parlıyordu sanki, daha fazlasını ister gibi çantaya baktı. Lorien çantasını tekrar yokladı ve bir parça daha çıkardı. Ekmeği uzatırken çıkan ani bir ses, ikisini de yerinden zıplatmaya yetti.
"Profesör Lorien?"
Lorien arkasında Severus Snape'in durduğunu gördü. Köpek dişlerini göstererek vahşice hırladı ve çabucak oradan uzaklaştı. Bu çok garipti. Az önce zararsız görünen köpek Severus'u görünce bir anda değişmişti. Köpeklerde bile kötü bir izlenim bırakmayı nasıl başarıyordu?
Lorien "Siz burada ne arıyorsunuz?" dedi şaşkınlıklığını gizlemeden.
"Asıl siz burada ne arıyorsunuz? O köpek de nereden çıktı?"
"Hiç. Sadece bitki ararken aç bir köpeğe rastladım ve ekmek veriyordum."
Snape alaycı bir ifadeyle başını salladı. "Tabii ki. Yasak Orman’da bir hayvanı beslemek harika bir fikir. Bir dahaki sefer kurtadamları da besleyin."
Lorien kaşlarını çattı ve bir kaç adım yaklaştı. "Peki siz neden buradasınız Profesör?"
Severus onu duymamış gibi söylenmeye devam etti. "Başınızı belaya sokma konusunda ustasınız, tam da tahmin ettiğim gibi hiç değişmemişsiniz."
Lorien'in gözleri kocaman açıldı. "Siz o geceyi hatırlıyor musunuz?" dedi şaşkınlıkla, "yani... öğrenciyken Yasak Orman'da beni kurtardığınız geceyi."
"Hah! Unutmak ne mümkün?" diye cevapladı Snape. Gitmesi için eliyle yolu gösterdi.
Lorien hem umudu hem de utancı aynı anda yaşarken emin adımlarla ilerledi. Snape, uzaklaşan köpeğe bir süre daha baktı. Gözleri daralmış ve yüzüne kuşkulu bir ifade yerleşmişti.
"Yasak ormanda sıradan bir köpek olamaz." diye mırıldandı kendi kendine.
Hogwarts'a dönerken söylenmeyi ihmal etmedi. "Sormama izin verin lütfen. Yasak Orman’daki cesaretiniz bir tutku mu, yoksa bir alışkanlık mı Profesör Lorien?" Cevap vermesine izin vermeden ekledi, "Ortalıkta ruh emiciler ve kaçak bir azkaban tutsağı varken bu nasıl bir sorumsuzluk!"
"Özür dilerim ama sizin burada ne aradığınız da merak konusu. Pek örnek olduğunuz söylenemez." diye cevabı yapıştırdı Lorien.
Snape kaşlarını kaldırdı. "Ben mi? Benim mantıklı sebeplerim var. Yasak Orman'a köpekleri beslemeye çıkmıyorum."
"Amacım tabiki bu değildi!"
"Demek öyle. Neymiş peki?"
Ve ikisi birbirine söylenerek Hogwarts'un yolunu tutu.
Tıpkı on yedi yıl önce olduğu gibi.
ZAMANSIZ KEHANET
Lorien'in sıkıntısı gün geçtikçe artıyordu. Bir felaketin yaklaştığına dair güçlü hislere kapılsa da bunu destekleyen somut bir işaret yoktu. Günün birinde elinde tuttuğu bir fincan kahve ile fal bakmanın inceliklerini anlatmaktaydı. Gözü öğrenciler arasında gezinirken bir kişide takılı kaldı: Cedric Diggory. Hufflepuff'ın en parlak öğrencilerinden biri olan Cedric, çok terbiyeli ve akıllı bir çocuktu.
İşte o an, Lorien'in gözleri karardı. Karanlığın içinden bir takım şekiller belirmeye başladı, bir kehanet görüyordu. Sisli ve karanlık bir mezarlıkta yerde hareketsiz yatan bir oğlan ve onun hemen yanında diz çökmüş ağlayan başka bir oğlan daha vardı. Lorien biraz daha odaklanınca onların Cedric ve Harry olduğunu farketti.
Elleri titremeye başladı. Parmakları güçsüz kalınca elindeki fincan yere düştü ve tiz bir ses çıkararak kırıldı. Ancak Lorien tüm ayrıntıları ezberlemekle meşguldü. Gözlerindeki görüntü silindiğinde, kendini yeniden sınıfın ortasına buldu.
Öğrenciler ona endişeyle bakıp kendi arasında fısıldaşıyordu.
"Şey...İyi misiniz?" Dedi bir kız korkuyla.
Lorien kendini topladı. "Bugünlük bu kadar yeter, çıkabilirsiniz." dedi aceleyle. Açıklama yapmadan eşyalarını toplayıp odasına döndü. Boş bir parşömene gördüğü her şeyi çiziyordu, durmadan çizdi.
"Bir büyücünün asasından çıkan parlak yeşil ışık..." diye yüksek sesle mırıldanıp çözmeye çalışıyordu.
"Yeşil ışık hangi büyüde belirir?"
Lorien içi ürperdi, büyünün ismini yazarken eli titriyordu.
Avada Kedavra.
Parlak mavi bir kupanın üzerine üç büyücü turnuvası işlenmişti ve kehanete göre turnuvanın sonunda Cedric...
Lorien odanın içinde volta atıyor, kendi etrafında durmadan daireler çiziyordu. Sakinleşmesi epey zaman aldı.
Bir plan yapması gerekiyordu ancak alacağı yanlış bir kararın herkesi tehlikeye atacağının farkındaydı. Cedric’in yaşaması, yalnızca bir hayatın kurtuluşu değildi. Bu, Lorien’in kaderle verdiği en büyük sınav olacaktı. Eğer onu kurtaramazsa, Severus’u da kurtaramazdı. Ve eğer yazgı değişmiyorsa, kehanetler sadece mühürlenmiş bir sondu.
O yüzden şimdi risk almak zorundaydı.
Severus için.
🪄 Bu hikayeyi karanlık zamanlarımı aydınlatması için yazdım.
Umarım okurken kendinizi bulursunuz. Güzel yorumlarınızı ve fikirlerinizi paylaşırsanız çok mutlu olurum.
Okuduğunuz için teşekkürler ❤️
Chapter 2: CEDRİC'İ KURTARMAK
Summary:
📌 Önceki bölümde Lorien, Cedric Diggory'e dair korkunç bir kehanet gördü. Peki bunu engelleyebilecek mi?
Chapter Text
UMUTSUZ ARAYIŞ
Yıl: 1995
Kitap: Harry Potter ve Ateş Kadehi
Lorien, Avada Kedavra'nın geri dönüşü olmayan karanlık bir büyü olduğunu biliyordu. Ancak yine de kütüphaneye gidip ufak da olsa bir çözüm arıyordu. O gün, yine rafları karıştırmaya başladı. Unutulmuş bir köşede tozlu ve parçalanmaya yüz tutmuş bir kitap gözüne takıldı. Öylesine aldığı bu kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Son sayfada kocaman harflerle "KARA BÜYÜLERE KARŞI TILSIM" yazıyordu. Lorien'in gözleri büyüdü ve sabırsızlıkla okumaya başladı.
"Yüzyıllar önce büyücüler arasında son derece tehlikeli savaşlar yaşandı. Bazı kadim büyücüler en tehlikeli büyü olan Avada Kedavra'ya karşı kan bağı tılsımı geliştirdi. Fakat sonuçları belirsizdi; bazıları hayatta kalırken bazıları başarısız oldu. Tılsımın gücü, kanını veren kişiyle kurban arasındaki bağın derinliğine bağlıydı. Tılsım, ancak saf sevgiyle mühürlenirse çalışır ve kişiyi koruyabilirdi. Çoğu büyücü güvenilmez olduğu gerekçesiyle tılsımı terk etti ve zamanla unutuldu."
Kitapta yazana göre bir tılsım vardı ancak işe yaramasının tek şartı gerçek ve saf bir sevgiydi. "Bu saçmalık!" diye homurdandı Lorien.
Bir insanın başka birini saf sevgiyle benimsemesi için ne kadar sevmesi gerekiyordu ki? Bunun bir ölçüsü var mıydı?" Bu yöntemin kumardan farksız olduğunu düşünen Lorien insanların neden bu yönteme güvenmediği anlayabiliyordu. Kafası hiç durmadan çalışıyordu.
"Kayıtsız ve şartsız bir sevgi..." diye mırıldandı Lorien. "Kimse kayıtsız ve şartsız sevemez ki!" Sonra aklına aniden annesinin yüzü geldi. "Aile dışında." diye mırıldandı. Ancak korkunç bir ihtimalle kaşlarını çatıldı.
"Ailen seni yeterince seviyor mu, Cedric?
ÜÇ SÜPÜRGE
Üç Süpürge tıklım tıklım insanla doluydu. İnsanlar biralasını içerken gülüşüp sohbet ediyordu. Lorien masanın üzerinde öylece duran kaymak birasına baktı, henüz bir yudum bile almadan gözlerini karşıdaki masaya çevirdi. Cedric'in babası, yanındaki adam ile sohbete dalmıştı. Ancak bu gürültüde söylediklerini anlamak mümkün değildi. Lorien derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Amos'un yanından geçerken cüppesinin cebinden asasını doğrultup bir büyü mırıldandı. Amos'un elinde tuttuğu bardak çatlayarak masaya dağıldı. O ve çevresindeki bir kaç kişi şaşkınlıkla içinde bakındı.
"Merlin aşkına!" diye bağırdı Amos.
Lorien cüppesinin cebinden el yordamıyla bir peçete bulup çıkardı.
"Bayım! Eliniz kanıyor!"
Amos peçeteyi eline bastırdı. "Ah, dert değil." dedi ve başını kaldırıp karşısındaki yabancıya bakarken "Sanırım biraz fazla güçlüyüm... yada bu bardaklar dandik!"
Lorien kıkırdadı. "Bu arada kendimi tanıtmama izin verin. Ben Lorien Evergreen."
Amos'un gözlerinde bir kıvılcım parladı.
"Bu ismi hatırlıyorum! Siz Hogwarts'ta kehanet profesörü olmalısınız. Oğlum Cedric sizden bahsetmişti. Türk kahvesiyle fal bakmayı öğretmişsiniz, öyle mi?"
Lorien hafifçe gülümsedi. "Evet, annem Türktü. Bu geleneklerin büyücü dünyasında bilinmemesi çok yazık. Cedric harika bir öğrenci. Çok zeki ve meraklı. Eminim çok iyi bir büyücü olacak." dedi Lorien ve usulca ekledi, "kalbim Cedric'ten yana."
Babasının gözleri parladı ve yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. "Teşekkür ederim Profesör Evergreen, sizin gibi bir öğretmene sahip olduğu için çok şanslı!"
Lorien'in yanakları kızardı. Amos bardağı çoktan unutmuştu.
Lorien gülümseyerek Üç Süpürge'den ayrırken derin bir nefes aldı. Ceketin cebini yoklayıp az önce aldığı peçeteye baktı. Üzerinde Amos'a ait kan lekesi vardı. Peçeteyi tekrar cebine koydu ve serin havada hızlı adımlarla ilerleyerek gözden kayboldu.
YULE BALOSU
Üç büyücü turnuvasının hemen ardından Hogwarts'ta görkemli bir balo düzenlendi. Büyük Salon'da müzik yükselmiş, öğrenciler ve öğretmenler en güzel elbiselerini giyip yerini almıştı.
Lorien bir kaç viskiyi hızla tepesine dikti. Stresli geçen bir kaç günün ardından biraz olsun gevşemeye ihtiyacı vardı. Yanıp sönen ışıkların altında gözlerini kısarak salonu taradı. Burada olmasını umut ettiği kişi hemen yanı başında belirdi.
"Yerinizde olsam daha yavaş içerdim."
Lorien, Severus'un kokteyl masasından bir içecek almak üzere olduğunu gördü.
"Bugün biraz eğlenmeyi ummuştum." dedi sakince ama kalbi küt küt atıyordu.
"Ah, tabii. Buyurun." dedi Snape. Lorien sesindeki alaycı tınıyı duymazdan geldi. Müzik başlayınca herkes dans etmeye koyuldu.
"Bana katılmak ister miydiniz?" diye sordu Lorien, dans pistini gözüyle işaretleyerek.
Snape inanamayan gözlerle ona baktı.
"Teşekkür ederim ancak böyle iyiyim." dedi sakince, "Korkarım eğlenmek için başka birini bulsanız daha iyi olur."
Yüzünde, bu durumdan zevk aldığını gösteren bazı işaretler vardı. Lorien nazik ama kaba bir şekilde reddedildiğinin farkındaydı.
“Yaşamaktan korkuyorsunuz." diye çıkıştı Lorien. Amacı onu biraz olsun sinirlendirmekti ancak Profesör Snape gayet sakin bir ifadeyle dönüp onu süzdü. “Profesör Evergreen, bu... sarhoş olmanızla mı ilgili yoksa sadece sıkıldınız mı?”
Lorien tam cevap vermek için ağzını açmıştı ki biri araya girdi.
“Profesör, benimle dans etmeye ne dersiniz?” dedi bozuk aksanıyla.
Durmstrang profesörü Aleksandr Volkov nazikçe elini uzattı. Aleksandr, keskin çene hatlarına sahip beyaz tenli ve kumral saçlı bir adamdı. Heybetli cüssesi ile her savaşı kazanacak gibiydi. Üstelik giyimi ve duruşu ile oldukça asil görünüyordu.
Lorien şaşkın bakışlarını Severus'a çevirdi.
"Ah evet, elbette!" dedi biraz abartarak.
Severus'a imalı bir bakış attıktan sonra Aleksandr'ın elini tuttup piste yürüdü. Severus'un gözleri kısıldı ancak ne hissettiğini anlamak mümkün değildi.
Lorien, bir elini omzuna koyduktan sonra diğer elini onunkiyle birleştirdi. Aleksandr da nazikçe belini kavradı. Müzik başladığında kafasını kaldırıp gözlerine bakması gerekiyordu ancak bunu yaptığında biraz paniklemişti. Şaşırtıcı derecede etkileyici bir adamdı Volkov. Hemen herkesin hayran olacağı cinsten kusursuz bir yüzü ve duruşu vardı. Volkov etraftayken okul koridorlarındaki kızların durmadan fısıldaşma sebebi buydu demek. Şimdiye hiç farketmemiş ve bu kadar yakından bakmamıştı. Belki de gözleri hep Severus'u aradığı içindi.
"Ben Aleksandr Volkov, leydim."
Lorien bir anda kıkırdadı, daha önce ona leydi diye hitap eden biri olmamıştı.
"Ben de Prof..." diyerekken durup düzeltti, "Lorien Evergreen."
"Bu kadar güzel bir bayanın erken yaşta profesör olması inanılmaz! Çok yetenekli olmazsınız."
Lorien'in yanakları kızardı. "Pek sayılmaz." dedi gülümseyerek.
"Bence çok mütevazi davranıyorsunuz, leydim."
Lorien gülümsedi, yanaklarının alevi giderek artıyordu. İçinden bunu farketmemesini diledi ancak Volkov doğrudan yüzüne, gözlerinin içine bakıyordu. Şarkının ritmi hızlanırken Volkov, Lorien'i hafifçe kaldırıp döndürdü. Normalde iyi dans edemeyen Lorien, Volkov'un rehberliği sayesinde zerafetle hareket ediyordu. Bazı öğrencilerin onlar hakkında konuştuğunu farketti. Bu sırada alkol başını döndürmeye başlarken dışarıya çıkıp hava almaya karar verdi.
"Ben gitsem iyi olacak." dedi Lorien.
Müzik o kadar yükselmişti ki kulağına yaklaşıp bağırmak zorunda kaldı.
"Ama Lorien... daha yeni başlamıştık." dedi Volkov hayal kırıklığı içinde.
"Kendimi iyi hissetmiyorum!" diye bağırdı yeniden.
Volkov ellerini gevşetip gitmesine müsaade etti. Lorien daha bir adım atmıştı ki tek başına dengede durmakta zorlanıp sendeledi. Volkov hemen belinden yakalayarak destek oldu.
"İyiyim, takıldım sadece." dedi Lorien.
"İstersen dışarıya çı-" diyerekken Volkov'un sözü yarıda kesildi.
"Benimle gelin Profesör Evergreen." dedi ciddi bir ses. Severus.
"Teşekkürler ama böyle iyiyim." dedi Lorien. Az önce Severus'un kendisini reddedişini ona iade etmenin memnuniyeti içindeydi. Severus'un dudakları kıvrıldı.
Volkov, "Ben de tam dışarıya çıkaracaktım." diye araya girdi.
Severus, Volkov'a küçümseyen bir bakış atıp sanki orada yokmuş gibi Lorien'e döndü.
"Bu rezillikle ben ilgilenirim." dedikten sonra Lorien'in kolundan tuttu. Çevrede onları farkeden bir kaç öğrenci hayretle bakınmaya başladı. Lorien zorluk çıkarmanın kötü bir fikir olacağını düşünerek Severus'un adımlarını takip etmeye başladı.
- (Ambiyans için öneri: Dinlemek için sağ tıklayın yada yeni sekmede açın.🎵)
Salondan çıkıp kendini dışarıya attıklarında gürültü tamamen kesilmişti. Dışarısı serin ve karla kaplıydı. Burada yalnızca baykuşların sesi duyuluyordu.
"Tam da kendinizi daha fazla küçük düşüremeyeceğinizi düşünüyordum, Profesör Evergreen. Sarhoş olup Durmstrang Profesörü ile böyle... yakışıksız davranmanız okulumuzun itibarını zedeliyor."
Severus'un sesi tıslama gibi çıkıyordu. Sanki onlardan bahsederken gizli bir düşmandan bahseder gibiydi.
Lorien'in ağzı hayretle açıldı. O kadar sinirlenmişti kekelemeye başladı.
"N-Ne? Yakışıksız mı? Ben mi okulun itibarını zedeliyorum yani?" Lorien öfkeden köpürüyordu.
"Bir profesör olduğunuzu hiçbir zaman unutmayın. Lakin yarın herkes her şeyi hatırlayacak."
Söylenmeye devam ederken üzerindeki paltoyu çıkarıp Lorien'in çıplak omuzlarına bıraktı. Paltosu hala Severus'un sıcaklığını taşıyordu. Lorien'in içi ürperirken düşünceleri bulanmaya başladı fakat şaşkınlığını çabucak atmaya kararlıydı.
"Bence kimse hatırlamayacak çünkü sadece siz somurtarak etrafı izliyordunuz. Diğer herkes anın tadını çıkarmakla meşguldü." Sonunda yeniden zihnini toplamayı başarmıştı. "Ayrıca kendimi utandıracak hiçbir şey yapmadım. Başka birini bulup eğlenmemi siz söylediniz. Madem okulun itibarını önemsiyordunuz o zaman Durmstrang Profesörü'nden önce siz teklif etmeliydiniz. Böylece okulun itibarı zarar görmezdi!" Sözlerini bittikten sonra biraz soluklandı ve en son, "Ah, Snape'in güvenli kolları..." diye alay etmeyi ihmal etmedi.
Snape’in dudaklarında sinsi bir kıvrım belirip kayboldu.
"Bu saçmalıklarınıza dahil olacak son kişi olurdum, Profesör Evergreen ve emin olun, benim kollarım düşündüğünüz kadar güvenli değil."
Lorien'in nefesi kesilirken gözleri Severus'un kollarına kaydı. O kollarda ne sırlar saklıydı?
Bakışlarını yeniden onun yüzüne kenetledi.
"Ben tehlikeden korkmuyorum!" diye meydan okudu. Muhtemelen aldığı alkolün etkisiyle biraz patavatsız konuştuğunu farketti, ama tam da böyle hissediyordu.
Snape hayretle kaşını kaldırdı.
"Ona ne şüphe!"
Ardından cebinden küçük bir iksir şişesi çıkarıp Lorien’e uzattı. “Bunu için.” dedi emir verir gibi.
Lorien elindeki yeşil şişeye baktı. İtiraz etmeden iksiri yudumladı ve baş dönmesi geçti, cesareti de öyle.
“Bir daha kendinizi bu duruma sokmayın." diye uyardı Snape.
Ardından, pelerinini düzeltip hiçbir şey olmamış gibi uzaklaştı. Lorien olduğu yerde kalakaldı. Bu sadece bir disiplin meselesi miydi yoksa onu gerçekten önemsiyor muydu?
SON OYUNDAN ÖNCE
Lorien, Büyük Salon'da Cedric’in babasını gördü ve elinde tuttuğu Hufflepuff bilekliğini ona verdi. "Eğer siz hediye ederseniz buna daha çok sevinir" dedi. Amos teşekkür ederek oğlunun yanına giderken Lorien işe yaraması için dua ediyordu.
Birkaç saat sonra izleyiciler büyük bir coşkuyla yarışın başlamasını bekliyordu. Lorien oturduğu yerden kalkıp izleyicilerin arasından sıyrıldı. Yarışma başlamadan önce şampiyonlar bir çadırda ailesiyle bekliyordu. Lorien çimenlere basa basa şampiyonlar çadırının yanına yürüdü ve adımlarını susturdu. Dışarıdan Hufflepuff bilekliği gibi duran ancak içinde büyülü bir tılsım saklı olan bilekliği takıp takmadığını görmek için Cedric'e gözünü dikti. Şampiyonlar, çadırının içinde sabırsızca volta atıp heyecanlarını bastırmaya çalışıyordu. Cedric'in babası konuşmak için onu bir köşeye çekti. Tam önünde durduğu için görüşünü engelliyordu. Lorien biraz daha yaklaşmayı denedi ancak duyduğu ses yüzünden yerinden zıpladı. Kalbi çıkacak kadar hızlı atıyordu.
"Profesör Evergreen?"
Lorien arkasını dönmeden kim olduğunu anlamıştı. Yavaşça arkasını dönüp ona baktı. Snape kaşlarını şüpheyle kaldırıp onu inceliyordu.
"Burada ne yapıyorsunuz, Profesör?" Lorien'in kafasını hızla çalışıyor ve bir yalan arıyordu.
"Şey... iyi şanslar dilemek istedim."
"Ya... Öyle mi?" dedi alayla. Hiç de inanmışa benzemiyordu.
Snape, gözlerini ayırmadan bir adım yaklaştı ve tehditkar bir fısıltıyla konuşmaya başladı. "Sakın… bana... yalan söylemeye kalkmayın, Evergreen."
Lorien'in kalbi deli gibi atıyordu. Ancak sesi onunki kadar soğuk çıktı. "Sana yalan söylemiyorum, Profesör," durdu ve konuyu değiştirmeye karar verdi, "ayrıca bilmek istiyorum neden sürekli arkamda beliriyorsunuz? Neredeyse beni izlediğinizi düşüneceğim."
Snape'in gözleri hayretle açıldı, böyle bir cevabı beklemediği belliydi.
"Hah... Sizi izlemek mi? Burası şampiyonlar çadırı. Sizin de diğerleri gibi tribünlerde olmanız gerekirdi!"
"Siz niye orada değilsiniz peki?" dedi Lorien, kıvrak zekasına sessizce teşekkür ederek.
"Ben... burada okulun güvenliği için varım," dedi Snape dişlerinin arasından. "Ve siz de öyle yapmalısınız." adını tehditkâr bir vurguyla ekledi: "Evergreen."
Lorien gözlerini onunkilere dikti, bakışları o kadar tehditkar görünüyordu ki cevap vermeye cesaret edemedi ve bir adım geri çekildi. Snape’in dudakları belli belirsiz kıvrıldı. Ardından gitmesi için eliyle yolu gösterdi.
Çaresiz kalan Lorien, tribüne dönmenin en iyisi olacağını düşündü. Snape, çadıra kısa bir bakış attıktan sonra Lorien'in ardından izleyicilerin arasına yöneldi.
FİNAL
Üçüncü ve son görev başlamıştı. Lorien nefesini tutup bekledi. Bir an Harry ve Cedric’in bedeni arenanın ortasında belirdi. Ancak Cedric'i yerde cansız hade yatarken gördü. Zavallı Harry ise onun üzerine eğilmiş ve ağlamaktan perişan olmuştu. Lorien'in başından aşağı kaynak sular döküldü. Lorien dışında hiç kimse Cedric'e ne olduğunu anlamamıştı. Harry kimsenin duymak istemeyeceği bir feryat kopardı.
"Voldemort geri döndü! Cedric artık yaşamıyor !"
Bütün tribün sessizliğe büründü. Duyulan tek ses Harry'nin feryatları ve Dumbledore'un onu sakinleştirme çabasıydı. Bir kişi kalabalığı yarıp öne atıldı.
Amos Diggory.
"OĞLUM!" diye haykırdı.
Dumbledore Cedric'in nabzını kontrol ederken yüzü korkuyla gerildi. Sonra elini tekrar boynuna dayadı.
Lorien omzunda hissettiği acıyla aniden yüzünü buruşturdu. Eliyle uzanıp kaşımaya çalışsa da faydası olmadı. Şu an bunu umursayacak durumda değildi çünkü,
"Yaşıyor!" dedi Dumbledore, "Hemen götürün onu!"
Lorien doğru duyduğundan emin olmak istedi. Hemen dönüp çevresindeki insanların yüzüne baktı. Yüzlerinde umut ve sevinç parıltısı görünce emin oldu, Cedric gerçekten yaşıyordu. Babasının sevgisi Cedric'i kurtarmıştı. Lorien'in gözleri parladı. Kaderi değiştirebiliyordu. Bu demekti ki sevdiği adamı yani Severus'u kurtarmak imkansız değildi.
---
Umarım beğenirsiniz yorum ve desteklerinizi bekliyorum, şimdiden teşekkürler. ❤️
Chapter 3: Beklenmedik Davet
Chapter Text
Yıl: 1995-1996
Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
LORIEN
Lorien, 'Cedric Yaşıyor' dediğinde bunların olacağını tahmin etmemişti. Cedric, o gece St Mungo Büyüsel Hastalıklar ve Yaralanmalar Hastanesi'ne kaldırılıp aylardır süren bir tedavi sürecine başladı. Lorien kendini suçlu hissediyordu. Bir çocuğu kurtardı mı, yoksa ölüm ile yaşam arasında sıkışmasına mı sebep oldu bilmiyordu. Üstelik Voldemort'un döndüğü iddiası kulaktan kulağa yayılmıştı. Bir kesim buna inanırken diğer kesim ısrarla reddediyordu. İnsanlar zavallı Harry'nin üstüne giderek onu yalancı ilan etmişti. Bir büyücünün Avada Kedavra'dan kurtulmasının imkansız olduğunu söyleyip, hayal gördüğünü hatta dikkat çekmeye çalıştığını iddia ediyorlardı. Ancak Cedric'in kurtulmasının sebebi kan bağı tılsımıydı ve bunu hiç kimse bilmiyordu. Lorien o gece fırsatını bulduğu anda tılsımı Cedric'ten geri almış, geriye sadece normal bir Hufflepuff bilekliği kalmıştı. Kendini ele verecek bütün delilleri yok etti. Bu işte parmağı olduğunu söylemeye de hiç niyetli değildi.
HARRY
Sihir Bakanlığı, Hogwarts'a baskı uygulamakta kararlıydı. Voldemort'un döndüğüne dair dönen dedikoduları bastırmak için Dolores Umbridge adında acımasız ve kibirli bir cadıyı okul müfettişi olarak göndermişlerdi. Profesör Dumbledore göz hapsindeydi, Harry ise yalnız bırakılmıştı. Bakanlık, onun yalan söylediğini savunuyordu. Bu baskı altında Harry, gizlice “Dumbledore’un Ordusu" nu kurmuş, öğrencilere Karanlık Sanatlara Karşı Savunma eğitimi vermeye başlamıştı.
O gün sınıfta kalan tek kişi Cho’ydu.
Harry ona yaklaştı. “O iyi olacak,” dedi kısık bir sesle.
“Bilmiyorum, Harry...” dedi Cho gözlerinden yaşlar süzülmeye başlarken, “...çok uzun zaman oldu.”
Sonra öne bir adım attı. Dudakları titredi ve aniden onu öptü. Harry'nin karnında kelebekler uçuşuyordu. O akşam yaşadıklarını Ron ve Hermione’ye heyecanla anlattı.
Tatil dönüşü Harry'nin gözleri Ravenclaw masasındaki Cho’yu aradı. Cho, kız arkadaşıylarıyla konuşup gülüyordu. Harry’nin bakışlarını farkedince göz göze geldiler. Cho’nun yüzü kızardı. Bu büyülü anı bölen kişi Dumbledore oldu.
“Sevgili öğrenciler,” dedi gür sesiyle kürsüde dururken, “Bugün sizlerle güzel bir haber paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum...”
Bütün salon susmuş merakla onu dinliyordu. “…bildiğiniz üzere, St. Mungo’da uzun süredir tedavi görmekte olan Cedric Diggory bugün gözlerini açtı. En yakın zamanda aramıza tekrar katılmak için sabırsızlanıyor.”
Büyük Salon, sevinç çığlıkları ve alkışlarla inledi.
Ron’un ağzındaki kızarmış tavuk parçası yere düştü. “Vay canına… Cedric geri dönüyor yani...” dedi ağzı doluyken. Harry’nin yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi ama bu uzun sürmedi. Hermione endişeyle Harry’yi süzdü.
“...ve sen onun kız arkadaşıyla öpüştün.” diye bitirdi Ron.
Harry artık gülmüyordu.
“Hatırlattığın için teşekkür ederim, Ron.” diye tersledi.
Hermione, dirseğiyle Ron’un koluna vurunca acıyla inledi. “Sussana!” diye fısıldadı ona.
Harry tekrar Cho’ya baktı. Cho’nun gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama bu sefer mutluluktandı. Arkadaşları ona sarılmış, sevincini paylaşıyordu. Harry ile bakışları tekrar kesiştiğinde, Cho’nun gülümsemesi bir anda söndü ve suçlu bakışlarla gözlerini yere indirdi.
Şimdi ne olacaktı?
Cedric’e ne söyleyeceklerdi?
Harry, onun yokluğunda kız arkadaşını öpmüştü. Cedric bunu affeder miydi?
Harry’nin midesi yumruk yemiş gibi kasıldı.
SORGU
Lorien bir süredir Snape'i gördüğünde adeta kaçıyordu.
Sanki gözlerine baktığında sırlarını öğrenecek gibi hissediyordu.
Ancak bu defa kaçmayı başaramadı. Severus sinsice Önünde belirmişti.
"İyi günler, Profesör... Evergreen."
"İyi günler, Profesör Snape."
Yanından geçmeyi ummuştu ama tam önünde durduğu için mümkün değildi.
"Bir aceleniz yoktur umarım." diye sordu Snape yüzünde hain bir ifadeyle.
"Aslında biraz var, notlarımı düzenlemem gerekiyor... ama sizi dinliyorum Profesör."
"Geçen sene derste ilginç bir olay yaşandığını duymuştum, aniden dalıp gitmiş ve sonrasında hemen dersi bitirmişsiniz." dedi Snape.
"Bunun... ne alakası var şimdi?" diye kekeledi Lorien, ama o günü çok iyi hatırlıyordu.
"Belli ki bir şeyler görebiliyorsunuz, kehanet gibi." Yüzündeki her değişimi dikkatle inceliyordu.
"Kehanetlere inanmaya başladığını bilmiyordum." dedi Lorien, sohbet havasında. Tam da korktuğu gibi Snape ondan şüpheleniyordu.
"İnandığımı söylemedim." diye cevapladı Snape.
"O zaman neden soruyorsunuz?"
Snape bir adım yaklaştı ve gözlerini yüzünde gezdirdi. "Harry Potter ve Cedric Diggory'nin o gece yaşadıklarına dair anlattıkları... oldukça tutarlı. Ölümcül bir lanet, aylarca süren bir koma... Ancak ölüm gerçekleşmiyor. Tuhaf, değil mi?"
Lorien yutkundu. "Evet, tuhaf. Peki sebebi neymiş peki?" dedi -sözde- meraklı bakışlarla.
"Geleceği okuma konusunda uzman olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Belki de bu 'tuhaf' olayın sebebine dair... bir görünüz vardır?" dedi imalı sözlerle.
Lorien kalbi davul gibi atıyordu. Belli ki ikisi arasında bir satranç başlamıştı ve hamle sırası Lorien'deydi.
"Beni bir şeyle mi suçluyorsunuz Profesör Snape?"
"Suçlamak mı, Profesör Evergreen? Ben sadece... ilginç bağlantıları fark ediyorum. Tıpkı bir kahin gibi."
"Belki de kahin olmalıydınız," dedi Lorien, dudaklarında alaycı ve gergin bir kıvrım belirdi.
"Belki de, Profesör Evergreen. Ancak benim uzmanlık alanım, sis perdesini açığa çıkarmaktır..." bir an duraksadı, "...ve bazen o sis perdesini kimin yarattığını." Gözlerini onun gözlerine kenetledi.
Lorien olabildiği kadar gerçekçi bir kahkaha attı. "Ben mi? Beni bu kadar gözünüzde büyütmeniz gururumu okşadı açıkçası."
"Gözünüzde büyütmek mi, Profesör Evergreen? Sadece... potansiyelinizi değerlendiriyorum."
"Değerlendirmeniz için teşekkürler, Profesör. Trelawney'yi de sorguladınız mı, yoksa bu 'ayrıcalık' sadece bana mı özel?"
Ellerini arkada birleştirdi. "Sorguladığım bir kaç kişi oldu elbet... ama gerekli görürsem yapacağım."
"Ne hoş. Başka bir şey var mıydı?" dedi Lorien, artık gitmek istediğini açıkça belli ediyordu.
"Evet, Profesör Evergreen bir şey daha var," dedi Snape sesindeki o sinsi ton geri dönerken, "sadece merakımı gidermek için soruyorum... O gece şampiyonlar çadırının etrafında ne arıyordunuz?"
Lorien'in şimdi tamamen köşeye sıkışmıştı ve söyleyecek hiçbir bahanesi kalmamıştı.
"Profesör, gerçekten notlarımı düzenlemem gerekiyor. Bu konuyu daha sonra konuşabilir miyiz?" dedi acelesi varmış gibi.
"Pekala Profesör. Ancak bu konuyu unutmuş değilim. İyi günler." Başını hafifçe eğip Lorien'in gitmesine izin verdi.
DUMBLEDORE'UN OFİSİNDE
Snape kollarını göğsünde kavuşturmuş, Dumbledore’un masasının önünde dikiliyordu.
“Aklına girip her şeyi öğrenebilirim.” dedi.
Dumbledore sakince başını salladı, “Hayır, Severus. Bunu yaparsan onu tamamen kaybedersin.”
“Bizi kandırıyor. Cedric’in kurtuluşu bir tesadüf olamaz. O gece bir şey yaptı.”
Dumbledore yumuşak sesiyle, “Ve belki de o şey, Cedric’in hayatını kurtardı."
Snape gözlerini kıstı “Peki sizce niyeti neydi?”
“Henüz bilmiyoruz..." dedi Dumbledore düşünceli düşünceli, "...ama zamanı geldiğinde elbet kendisi anlatacaktır."
Snape, şüpheyle kaşlarını çatarak sordu, "Onu izlememi istiyor musunuz?"
Dumbledore hafifçe başını salladı. "Evet... ama sadece bu değil, Severus. Onu yanımıza alacağız." diye açıkladı Dumbledore, "Zümrüdüanka Yoldaşlığı'na."
Severus alaylı bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı. "Tüm bu şüpheli davranışlarından sonra ödüllendirecek miyiz yani?"
Dumbledore hafifçe gülümsedi. "Lorien, Yoldaşlık için faydalı olabilir."
Yorumlarınızı bekliyorum teşekkürler ❤️
Chapter 4: Zümrüdüanka Yoldaşlığı
Chapter Text
Lorien, Snape’in birkaç adım gerisinden yürüyordu. “Çok heyecanlıyım.” dedi.
Snape, bir an durup ona dönüp kaşlarını çattı. “Heyecanlanacak bir şey yok, Evergreen,” dedi buz gibi bir sesle. “Bana kalırsa yoldaşlık size göre değil. Burada olmanız tamamen gereksiz.”
Lorien gözlerini devirdi. “Peki, neden buradayım o zaman?”
Snape alaycı bir ifadeyle, “Dumbledore’un her zamanki iyimserliği. Ama bu tehlikeli bir yer olduğunu size hatırlatmamda fayda var. Burada başınıza buyruk iş yaparsanız hepimizi tehlikeye atarsınız. O yüzden sakın... aptalca...oyunlara kalkışmayın." diye uyardı tane tane.
"Napmışım ki?" dedi Lorien arsızca.
Snape dönüp ters bir bakış attı. "Yerinizde olsam şansımı fazla zorlamazdım Profesör."
Lorien susmaya karar verdi.
Karargahtan içeriye girdiklerinde onları karşılayan kişi hafifçe tombul, kızıl saçlı bir cadıydı. "Ah, canım! Nihayet geldin, bizde seninle tanışmayı bekliyorduk!" dedi Molly.
Lorien onun samimiyetine şaşırmış olsa da karşılık verdi. "Gel canım, işte burada toplanıyoruz."
Molly toplantı odasının kapısını açtı. Lorien uzun bir masanın etrafında toplanan kalabalığı taradı. Çoğu tanıdık olan yüzler gördü. Bir de tanıdımadığı yüzler vardı, renkli saçlı bir kız, tekinsiz görünen bir adam ve kıvırcık saçları omzuna dökülen, delici bakışlarla onu süzen genç bir adam.
Lorien, başıyla herkese selam verdi. Sanki onu tanıyor gibi görünen Sirius, bir adım öne çıktı. “Sen…” dedi tanımış gibi.
Lorien, onu okul zamanlarından biliyordu. Bir zamanlar Gryffindor'un en parlak öğrencilerinden biriydi. Sirius ve çetesi ise çok popülerdi. Ancak hiç konuşmamışlardı çünkü Sirius'un çevresi her zaman kızlarla çevrili olurdu.
"Beni tanıyor musunuz?” diye sordu Lorien şaşırarak.
Sirius, yüzünde bir gülümsemeyle bir adım daha yaklaştı. Tam bir şey söyleyecekti ki, Snape araya girdi.
“Profesör Evergreen Dumbledore’un daveti üzerine burada.” dedi Snape. Karşısındaki adama ters bir bakış attı. “Kehanet profesörü Lorien Evergreen.”
Lorien, Snape'in yüzünü inceledi. Az önce burada olmasını uygun görmeyen adam şimdi çok mühim biriymiş gibi anlatıyordu.
Snape, "Yapacak çok işim var. Sizin aksinize çok meşgulüm." dedi masayı tarayarak.
“Ah, Snivellus. Her zamanki gibi neşe getirdin." dedi Sirius.
Molly araya girdi. "Bu kadar yeter! Hadi başlayalım artık, daha yapılacak bir sürü iş var."
Snape masaya doğru yürüdü ve sert bir şekilde oturdu.
Toplantı sona erdiğinde herkes yavaş yavaş dağılıyordu.
O sırada Sirius Lorien'e yaklaşma fırsatı buldu. “Sana teşekkür etmeliyim,” dedi Sirius.
"Anlamadım. Neden ki?”
Sirius gülümsedi. “Küçük bir köpek için yaptıkların… hayatımı kurtardı.”
Lorien'in iyice kafası karıştı.
“Bir kaç yıl önce Yasak Orman'da gördüğünüz siyah köpek bendim, yani animagus formundaydım ve kaçaktım." dedi Sirius, "hayatta kalmaya çalıştığım zamanlarda senin gibi birini bulmak… büyük bir şanstı.”
Lorien, o gün ormanda sıska bir köpeğe rastlamış ve onu besleyerek karnını doyurmuştu. Ancak onun aslında bir insan olduğunu bilmiyordu. Lorien'in ağzı hayretle açıldı. “O köpek- şey pardon, o siz miydiniz?"
Sirius gülümsedi. "Sorun değil."
Lorien utandı.
“Evet, tam bir zavallı gibi görünüyordum, değil mi? Ama bu köpek sana gerçekten minnettar oldu.”
Bir ses konuşmayı böldü.
"Geliyor musunuz Profesör Evergreen?" dedi Severus buz gibi bir sesle. Belli ki rahatsızlığını gizleme gereği duymuyordu.
"Evet geliyorum." dedi Lorien, sonra Sirius'a döndü. "Görüşmek üzere."
Snape, yolda Lorien'e eleştirel bakışlar atmaktan geri kalmadı. Yürürken bir kaç dakika boyunca rahatsız edici bir sessizlik hakimdi. Sonunda sessizliği bozmaya karar verdi. "Sirius'u pek sevdiniz galiba." dedi Snape imalı imalı. Belli ki aralarındaki düşmanlık hala devam ediyordu. Ancak bu Lorien'e aşırı derecede saçma geliyordu. Sonuçta ikisi de yetişkin adamlardı.
"Gayet kibar biri bence." dedi Lorien, gülümseyerek. "Ormanda gördüğümüz siyah köpek oymuş."
Snape'in de kendisi kadar şaşırmasını bekliyordu ama öyle olmamıştı.
"Belliydi." dedi Snape. "O sefil hayatı yaşayacağına Azkaban'da kalmalıydı."
Lorien, Snape'in yüzündeki nefreti incelerken bir taşa takıldı. Snape gözlerini devirdi, "Ah, çok güzel!" dedi usulca. Bir yandan da destek olmak için elini uzattı.
Lorien acıyan ayağını tutarken Snape'in ona uzattığı eline baktı ve doğruca sol koluna uzandı. "Önemli değil, görmemişim." diyecekti. Tam o anda gözlerinin önüne bir görüntü yerleşti. Yeni bir kehanet görüyordu. Lorien kaskatı kesilmişti.
Karanlığın içinden Snape ve Voldemort'u farketti. Üç yıl sonra nihayet Severus'a dair yeni bir kehanet belirmişti.
Snape her zamankinden daha yorgun daha çökmüş ve daha karanlık görünüyordu.
“Lor-Lordum?” dedi Snape, “Anlamıyorum. Siz o asayla olağanüstü sihirler yaptınız.”
“Hayır,” dedi Voldemort. “Ben olağanüstüyüm. Mürver Asa bana gerektiği gibi hizmet edemiyor Severus. Çünkü hakiki ben efendisi değilim. Mürver Asa son sahibini öldüren büyücüye ait. Albus Dumbledore’u sen öldürdün ve sen yaşadıkça Mürver Asa asla benim olamaz.”
“Lordum!” diye itiraz etti Snape.
Voldemort, Çataldiliyle konuştu.
“Öldür.”
Nagini kıvrılarak Snape'in üzerine gitti.
Gözlerinin önündeki görüntü kaybolurken Snape'in yüzüyle karşılaştı. Oradaydı, kanlı canlı önünde dikiliyordu. Gözleri hala parlaktı.
Lorien duyduklarında ve gördüklerine inanamadı. Bir hata olmalıydı, Snape Dumbledore'u öldürmüş olamazdı. Peki ya Snape'in ölümüne ne demeli?
Lorien Snape'in öldüğünü üç yıl önce görmüştü. Bu kehanet onu Hogwarts'a dönmeye ikna etmişti. Ancak kim tarafından ve ne şekilde öleceğini bilmiyordu. Ölümünün Voldemort'un emriyle olması onu alt üst etti.
İkisinin de hiç şansı yoktu.
Lorien bu kaderi nasıl durdurabilirdi ki? Bununla nasıl başa çıkardı? Snape'i Voldemort'un gazabından kurtaracak bir büyü var mıydı? Lorien ona sarılıp ağlamak istedi ama yapamadı.
Chapter Text
Yıl: 1996
Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
CHO VE CEDRİC'İN YÜZLEŞMESİ
Cho'nun hıçkırıkları tuvaleti dolduruyordu. Cedric’in koluna sıkıca tutundu. "Sana söyledim, kendimi iyi hissetmiyordum. Ne yaptığımı bilmiyordum bile!"
Cedric’in yüzü zayıf ve solgundu, gözlerinin altındaki koyu halkalar vardı. Sağlıklı haline kavuşması biraz zaman alacaktı.
Cedric cübbesinin kolunu çekerek Cho’nun elinden kendini kurtardı. "Yani, benim ölümle savaşırken..." dedi Cedric kaşlarını çatarak, "sen başka biriyle mi öpüşüyordun?"
Mızmız Myrtle, tuvaletin penceresine tüneyip tartışmayı büyük bir keyifle izliyordu. "Onu sakın affetme!" diye zevkle bağırdı, ancak ikisi de ona aldırmadı.
"Sana yemin ederim—" diye başladı Cho, ama Cedric elini havaya kaldırarak sözünü kesti. Yüzünde artık tartışmak istemediğini gösteren bir ifade vardı. "Yeter, Cho," dedi Cedric, "Senden bunu beklemezdim." Sesinde farkedilir derece hayal kırıklığı vardı.
Cedric arkasını dönüp ağır adımlarla tuvaletten uzaklaştı. Cho ise yerinden kıpırdayamıyordu, adeta bacakları tutmaz hale gelmişti.
Myrtle alaycı bir çığlıkla Cho’nun etrafında döndü. "İki kişiyi birden idare edebileceğini mi sandın? Zavallı, küçük Cho! Ne kadar da aptalsın!"
Cho yüzünü avuçlarının arasına alarak hıçkırıklara boğuldu.
Sirius Black'in Gençliği
Lorien toplantı masasına oturduğunda hala boş bir sandalye olduğunu gördü. İçeri giren son kişi Sirius Black’ti. Bu defa biraz daha farklı görünüyordu; yüzü aydınlık ve bakımlıydı. Sakalları düzgünce kesilmişti. Kadifemsi koyu renk ceketi ve yeleği oldukça şık görünüyordu. Belki de yeniden herkese Sirius Black olduğunu hatırlatmak istiyordu. Tonks ve Lupin onu görünce kıkırdayıp kendi aralarında fısıldaştılar. Toplantı bittikten sonra Lorien yemeğe kalmış ve Sirius ile konuşma fırsatı olmuştu. Sohbet gitgide koyulaşıyor, öğrencilik yıllarına dönüyorlardı.
“Gerçekten hatırlıyor musun beni?” diye sordu Sirius.
Lorien gülümsedi. “Yani evet, okul günlerinden tanıyorum. Tanımamak mümkün mü? Hogwarts'ta öğrenciyken benim binamda yani Ravenclaw'daki kızlar sana resmen tapıyordu.”
Sirius, masanın kenarına yaslandı. Dudaklarında o tanıdık, kendinden emin sırıtış belirdi. Sanki Hogwarts’taki altın çağlarına ışınlanmış gibi. “Tapıyorlardı, ha?” Sesinde sahte bir alçakgönüllülük vardı ve gözleri parlıyordu.
"Bizim binada bir kız vardı,” dedi Lorien, “Adı Anna. Senin resmini öpmeden uyuyamazdı.”
“Gerçekten mi? Demek o kadar etkileyiciydim ha?” diye böbürlendi ama ses tonunda samimi bir utangaçlık seziliyordu.
“Bir gün ona selam vermişsin, neredeyse bayılıyordu. Suratını görmeliydin!” dedi Lorien gülerek.
Sirius, yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. “James bunu duysa bir ömür benimle dalga geçerdi." dedi, "Tabi, artık yaşlandım. Azkaban'da 12 yıl geçirdikten sonra...”
Lorien onun yüzündeki bastırılmış kederi farketti ve omzuna hafifçe vurdu, “Kendine bu kadar haksızlık etme.” dedi.
Sirius durup gözlerini Lorien’e dikti. “Peki ya sen? Sen benim için ne düşünüyorsun?”
Lorien gülümsedi, “Bence hala giderin var,” dedi sohbet havasında.
Sirius'un gözleri parladı. “Bu son zamanlarda aldığım en iyi iltifattı. İyi ki gelmişsin Lorien."
Konuşmalarına kulak misafiri olan Molly, onlara bakıp usulca gülümsedi. Hemen ardından yüzüne ciddi bir ifade takınıp içeriye seslendi. “Eğer biriniz gelip şu tabakları taşımazsa akşam yemeğini unutabilirsiniz!”
Sirius, gözlerini devirip başını iki yana salladı. “Hadi bakalım Bayan Kehanet, karargahın kurallarını çiğnemeyelim yoksa aç kalacağız.”
Sirius, Lorien'i sevmişti. O sıkıcı yerde yalnızlığını azaltan ve onu güldüren tek kişiydi. Sonraki toplantılarda biraz daha fazla kalması için bahaneler üreterek yemeğe davet ediyordu. Lorien ise dersten arta kalan zamanlarda kehanetlerini anlamaya çalışmakla meşguldü. Son kehanetinde Severus'u öldüren kişinin Voldemort olduğunu görmüştü. Karşı karşıya geleceği kişi dünyanın en tehlikeli büyücüsüydü. Onunla savaşmak imkansızdı ve bu sefer gerçekten iyi bir plana ihtiyacı vardı. Bunların yanında Snape bir katil olamazdı. Muhakkak bilmediği bir şeyler vardı ve bunu çözmeye kararlıydı.
KORKUNÇ KEHANET
Gözlerinin önünde aniden karanlık bir salon belirdi. Bembeyaz bir ışıkla aydınlanan bir kol gördü. İnce, narin bir kolun üzerinde kıvrılan bir yılan dövmesi vardı. Karanlık İşaretti bu... Ve o kol Draco Malfoy'a aitti.
“Öldür.” diye emretti bir ses. Voldemort'un sesi olduğunu farketti. Tıpkı Severus'u öldürdüğü gibi başka birinin ölüm fermanını vermişti.
Ardından karanlık dağıldı. Lorien artık bir kuledeydi. Görebildiği tek şey, rüzgarın etkisiyle Dumbledore'un saçların savrulması oldu. Yüksek bir yerde olmalıydı. Draco, titreyen elleriyle asasını doğrulttu.
“Yapamayacağım,” dedi Draco'nun sesi, çaresizlikle çatlayarak.
Gözleri yaşlarla dolu, annesi olduğunu düşündüğü bir kadın fısıldadı:
“O zaman sen değil, o yapsın.”
Lorien kimden bahsettiğini anlamak için arkasına döndü. Severus Snape gözlerinde karanlık bir ifadeyle oraya geliyordu. Asasını Lorien'e doğrultup "Avada Kedavra" diye haykırdı.
Öldüren lanet Lorien'in içinden geçti ve tam karşıya, başka birine doğru ilerledi.
Albus Dumbledore'a.
Albus'un bedeni parlayan yeşil ışıkla geriye doğru savrulurken Lorien boğulurcasına uyandı. Alnı sırılsıklamdı. Karanlıkta el yordamı ile asasına buldu.
"Lumos"
Loş ışıkta sersemlemiş halde masasına yöneldi ve boş bir parşömene gördüğü her şeyi yazmaya başladı. Önceki kehanet ile şimdiki kehanet arasındaki bağlantıyı, neden - sonuç ilişkisini çözmeye çalıştı. Kafası hiç durmadan çalışıyor, elleri durmadan yazıp çiziyordu. İşi bittiğinde ise güneş odasına vuruyordu.
Bir nedenden dolayı Draco'ya Dumbledore'u öldürme görevi verilecekti. Yarım kalan işi Severus bitirecekti. Ama neden Severus onları durdurmuyordu? Severus gerçekten bir yoldaş mı yoksa bir ölüm yiyen miydi? Bir katil olabilir miydi?
Ertesi gün büyücü dünyası kırmızı alarm vermişti çünkü Azkaban'dan tam on adet ölüm yiyen kaçmıştı. Yoldaşlık üyeleri acil bir toplantıya çağırıldı.
KAÇAK ÖLÜM YİYENLER
"Ah evet,” dedi Lorien, pek de önemli değilmiş gibi hafifçe omuz silkerek, “geçenlerde ölüm yiyenlerin dahil olduğu bir takım vizyonlar görmüştüm ama açıkça kaçtıklarına yormadım."
Moody hafifçe kaşlarını çatarak sordu, “Hiçbir şey yapmadın mı peki? Dumbledore’a haber vermedin mi?”
Lorien, Dumbledore'un ölümünü düşünmekten diğer tüm detayları kaçırmıştı. Ne diyeceğini düşünürken Snape araya girdi.
“Zavallı kafası karışık bir kehanet profesörü ne yapabilir ki?” dedi alaycı ve iğneleyici sesiyle. Gözlerini kısıp Lorien'in anlayabileceği şüpheli bir bakış attı. Bu iğneleyici sözlerin ardında yatan gerçek tezatı sadece ikisi biliyordu.
Lupin, "Dumbledore, bunun olacağını hep biliyordu." dedi, "bakanlık işini biraz ciddiye almış olsaydı işler bu noktaya gelmezdi."
Molly, "Bir de sorumluluk almak yerine hala suçu başkasına yıkmaya çalışıyor, inanılır gibi değil!" diye çıkıştı.
"Ve başardı da." diye cevapladı Sirius. Sesi sert ve sinirliydi.
Molly'nin sesi şimdi ağlamaklı çıkıyordu, "Ah zavallı Sirius... Bakanlığın günah keçisi ilan edildin."
Sirius’un yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi. “Eh, en azından Azkaban’da geçirdiğim on iki yıl boşa gitmemiş—bakanlığa günah keçisi lazım olduğunda adresi biliyorlar.”
Lorien onca şeyin ortasında hâlâ mizah yapabilen birinin varlığına minnet duydu. Göz göze geldiklerinde Lorien belli belirsiz gülümsedi.
Toplantı biterken Sirius Lorien'e doğru eğildi. "Yemeğe kalsana." dedi oturduğu yerden. Ancak Lorien, Snape'in gitmek üzere olduğunu farketti. Onu kaçırmak istemiyordu çünkü çözülmesi gereken sorular vardı. Dumbledore’un savrulan bedeni, Snape'in onu öldürmesi...
“Çok isterdim,” dedi Lorien kibarca, “ama bu gece biraz işlerim var. Okulda olmam gerek.”
“O zaman başka bir akşam.” dedi Sirius.
Lorien başını salladı, "Olur."
Sonra gitmekte olan Snape’in yanına aceleyle yanına yürüdü.
“Hemen gidiyor muyuz?” diye sordu Snape'e.
“Ne sanmıştın, burada kalıp sıcak çikolata mı içeceğim?” diye alay etti Snape.
Lorien yolda nasıl konuya gireceğini düşünüp durdu. “Profesör Snape, Dumbledore hakkında ne düşünüyorsunuz? Bakanlığın söylediklerinden sonra…” diye lafa başladı Lorien. Bir şeyler öğrenebilmeyi umuyordu.
Snape Lorien'e başını çevirmeden konuştu.
“Bunu soruyorsan, Evergreen, neden Yoldaşlık’tasın?” dedi düz bir sesle.
“Sadece merak ettim.”
"Bazen Dumbledore'un seçimlerini tartışmalı buluyorum. Sırları olan birini yoldaşlığa alması gibi mesela." diyerek Lorien'e laf dokundurdu. Belli ki hala unutmamıştı.
Lorien’in yüzünde küçük bir tebessüm belirdi. Ama hemen pes etmeye niyetli değildi. "Herkesin sırları vardır. Sizin yok mu?" diyerek tekrar şansını denedi.
Snape aniden olduğu yerde durdu ve ellerini arkada birleştirerek Lorien'e döndü. "Hatırladığım kadarıyla Cedric mevzusunu daha sonra konuşacaktık. Sırlardan bahsetmişken şuan çok uygun bir zaman gibi görünüyor." dedi.
Lorien parlak gözlerini Snape'e dikti. "Bu kadar merak ediyorsan söyleyeyim Profesör Snape, benim sırrım sevdiklerimi korumak için her şeyi ortaya koymak."
Snape birkaç saniye cevap vermedi. Düşündü, düşündü. Ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi.
Sonunda "İlginç..." dedi, "sanırım bazı ortak yönlerimiz var."
Notes:
✏️ Eğer okuduysan küçük bir yorum bırakman beni çok mutlu eder.
Takip ettiğini biliyorum ve yazmaya devam ediyorum.
Teşekkür ederim uğradığın için. 🌸
Chapter Text
Yıl: 1996
Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
Lorien bir fincan Türk kahvesi içerken aldığı notları karıştırdı. Gördüğü kehanetlerden sonra duygusal olarak darmadağındı. Ne Severus'un ölümünü kabullenebilmişti ne de Dumbledore’un onun elinde ölmesini. “Severus katil olamaz.” diye geçirdi içinden. Ama kehanetler yalan söylemezdi. Dumbledore’u öldüren oydu ve farkında olmadan kendi mezarını kazacaktı. Yıllardır Severus’u kurtarmak için çabalamıştı. Şimdi ise gördüğü kehanetler yüzünden inandığı her şey sarsılıyordu. Aklına takılan bir diğer konu ise Draco'nun babasıydı. Draco böylesine tehlikeli bir görev üstlenirken babası neden yanında yoktu? Neden bu işi kendi yapmıyor ve neden Severus bitiriyordu? Bilmediği çok şey vardı.
Güm, güm, güm!
Biri kapıyı kırmak istercesine yumrukluyordu. Lorien'in ödü patladı. Oturduğu sandalyeden fırlayıp kapıya yöneldi. Karşısında Harry, Ron ve Hermonie vardı. Üçü de endişeli görünüyordu belli ki kötü bir şey olmuştu.
“Profesör Evergreen!” dedi Harry, sesi titreyerek.
“Potter? Bu ne gürültü?” diye sordu Lorien, kaşlarını çatarak.
“Sirius!” dedi Harry, kelimeler boğazında düğümlenmişti. “Esrar Dairesi’nde gördüm onu, Voldemort’un elinde! Bize yardım et!”
Lorien’in yüzü ciddileşti. "Nasıl gördün? Emin misin?"
"Evet eminim, daha önce de oldu!" dedi Harry. Ron başını salldı.
“Sakin ol” dedi Lorien, “Snape’e haber vermeliyiz.”
Harry'nin gözleri öfkeyle parladı. “Snape mi? Ona güvenmiyorum! Sirius'u kurtarmam gerekiyor!”
“Harry, bekle!” dedi Lorien, "Snape hızlıca öğrenir. Bir şey yapmadan önce emin olmalıyız."
Hermione, Harry’nin kolunu yakaladı. "Profesör Evergreen haklı. Emin olmadan hareket edemeyiz Harry!”
Lorien, hızla Snape’in odasına yöneldi. Sirius'tan hoşlanmadığını gayet iyi biliyordu, bu habere sevineceğini düşündü.
“Evergreen? Böyle aceleyle nereye gidiyorsun?"
Umbridge’in sinir bozucu sesi tam arkasında belirmişti. Lorien olduğu yerde kaldı.
"E... önemli bir şey yok,” dedi sesini sakin tutarak.
“Güzel,” dedi Umbridge, “müfredat dışı uygulamalarla ilgili konuşmamız gerek."
Lorien kaşlarını kaldırdı. "Anlamadım?"
"Dersinizde yine 'Türk kahvesi falı' gibi bakanlığın onaylamadığı yöntemler denemişsiniz." dedi alay edercesine. “Bu konuyu çözdük sanıyordum. Demek ki yeterince açık olmamışım.”
Lorien kaçamayacağını anladı, bu yüzden konuşmaya olabildiği kadar kısa tutmaya karar verdi.
"Bakanlık, eğitim müfredatı konusunda oldukça kesin. Kehanet dersi de buna dahil..."
Lorien dinliyormuş gibi görünmek kafasını salladı. Okulda kalmak için Umbridge'in kurallarına boyun eğmek zorundaydı. Bir süre daha konuşmaya devam etti. "Güzel." dedi sonunda. "Bu defa bir problem çıkacağını sanmıyorum. Aksi takdirde Hogwarts'taki görevinize son verileceğini belirtmem gerek."
"Kesinlikle çıkmayacak." dedi Lorien, emin olması için. Olabildiği kadar sakin adımlarla yanından uzaklaştı. Yolun geri kalanında koşarak Severus'un odasına geldi ve kapısını sertçe yumrukladı. Severus hışımla kapıyı açtı. Oldukça sinirli görünüyordu. "Profesör Ever-"
Lorien cümlesini bitirmesine izin vermedi. "Voldemort, Sirius'u almış olabilir!" dedi fısıldayarak. Snape çevrede biri olup olmadığını kontrol ettikten sonra kolundan tutup çekti. "İçeriye gel." dedi usulca.
Lorien, kitaplarla dolu loş odaya göz gezdirdikten sonra Snape'e döndü. "Potter görmüş. Black, Esrar Dairesi’nde!”
Snape “Potter,” dedi tıslayarak “Yine mi onun saçmalıkları?”
"Hayır çok daha ciddi." dedi Lorien, "Üstelik Esrar Dairesi'ne gitmekten bahsediyor."
Snape bir an sustu, gözleri masanın üzerindeki parşömenlere kaydı sonra Lorien’e döndü. “Ona haber gönderip gerçeği öğreneceğim.”
Asasını havaya kaldırdı.
"Expecto Patronum!"
Snape'in asasından ışık süzüldü.
Dişi geyik.
Lorien bunu ilk defa görüyordu. Bir yerden tanıdık gelse de emin olamadı. Geyik odanın içinde hızla döndükten sonra uzaklara gitti. Snape'in gözleri tekrar Lorien'le buluştu. Bütün şüphelerini boşa çıkarmıştı. Düşmanına bile yardım eden bir adam gerçekten katil olabilir miydi?
"Bana gelmekle doğru olanı yaptın, bu bir tuzak olabilir." dedi Snape.
"Evet," diye yanıtladı Lorien, "Sirius'un öylece çıkıp gitmiş olması mantıksız. Ama... eğer tehlikedeyse onu yalnız bırakamayız."
Snape'in bakışları bir süre Lorien’in yüzünde kaldı. Gözlerinde yavaş yavaş belirginleşen bir gerginlik vardı. "Sizi fazla tedirgin gördüm," dedi Snape ima eder gibi. “Onu seviyor musunuz yoksa?”
Lorien'in kaşları kalktı. “Kimi?”
“Sirius’u.” dedi Snape, tiksinmiş bir ifadeyle.
Lorien bir an duraksadı, sonra ne yapacağını bilemez halde alaycı bir kahkaha koyuverdi. “Yanlış bir izlenim bıraktım sanırım.”
"Pervasız davranışlarınızın böyle bir yanlış anlaşılmaya sebep olacağını düşünmemişsinizdir elbette." dedi Snape.
O sırada gümüşi bir köpek odanın içinde belirdi. Sirius’un Patronusuydu. Sirius evden dışarıya hiç çıkmamıştı.
"Bir terslik var." dedi Snape huzursuz şekilde.
"Harry'yi bulmalıyız," dedi Lorien, "Esrar Dairesi'ne gitmeden önce."
Ancak onları hiçbir yerde bulamadılar. Snape'in sabrı iyice taşmıştı. Koridorda Goyle'u bulup tehdit edici bakışlarını onun üzerine kilitledi.
"Harry nerede?" diye sordu sertçe.
Goyle korkudan titriyordu. "G-gittiler..." diye kekeledi, "Umbridge onları kendi odasında yakaladı. Sonra dördü ormana gittiler. Orada bir silah mı ne varmış, onu görecekmiş."
Lorien ve Snape birbirine baktı. Lorien, "Ne silahı?" dedi kafası karışık halde.
“Yasak Orman…” dedi Snape dişlerinin arasından. “Ne halt etmeye oraya giderler?”
Lorien’in zihni hızla çalışıyordu. “Harry hâlâ Sirius’un tehlikede olduğunu düşünüyor." dedi endişeyle.
Snape iyice sinirlenmişti. “Hiç şüphesiz Potter yine kendi kafasına göre hareket edecektir!" diye gürledi.
“Ormana gitmeliyim,” dedi Lorien.
Snape ondan önce davrandı, "Ben giderim." dedi, "Sen burada kal."
Snape tekrar çevik bir hareketle asasını salladı. "Expecto Patronum!"
Gümüşi bir geyik asasından süzüldü ve yoldaşlığa haber vermek için Hogwarts'tan çıktı. Kargaşa içinde geçen birkaç dakikadan sonra Harry ve arkadaşlarının Esrar Dairesi'ne doğru gittikleri ortaya çıktı. Harry, Sirius'un güvende olduğunu bilmiyordu. Belli ki bir tuzak kurulmuştu.
"Gitmem gerekiyor." dedi Lorien.
"Hayır." diye itiraz etti Severus. Sesi buz gibiydi. "Bir kehanet profesörünü dışarıda nelerin beklediği hakkında... hiçbir fikrin yok."
Onu düşündüğünden mi yoksa hor gördüğünden mi demişti anlayamadı.
"Ben savaşmayı bilmiyor muyum sence?" diye çıkıştı Lorien.
"Kaç ölüm yiyenle savaştığını merak ediyorum." dedi Snape, ona keskin bir bakış atarak.
O an Lorien'in kafasında bir şimşek çaktı. Ölüm yiyenler orada olacaktı. Lucuis da. Sorularına yanıt bulmak için daha iyi bir fırsat olamazdı.
"Sanırım bu ilk olacak." dedi Lorien, "Beni anlamanı beklemiyorum ama gitmem gerekiyor."
"Seni anında öldürürler." dedi Snape dişlerini sıkarak.
"Geri geleceğim." dedi Lorien. Giderken Snape'in homurtularını duyabiliyordu.
Karargaha girer girmez, doğrudan Sirius’a yöneldi. Vaftiz oğlunu çok sevdiğini ve onu korumak için canını vereceğini biliyordu.
“Sirius... Özür dilerim. Haber göndermek için çıktık ama... çoktan gitmişler." dedi suçlulukla.
"Şimdi özür dilemenin hiç sırası değil, hemen gitmemiz gerek." dedi Sirius.
Lorien cisimlenmek için hazırdı. "Tamam, gidelim." dedi.
Moody doğrulup Lorien'e baktı. "Hayatta olmaz! Sen arkaplanda faydalı olursun, burada kal."
"Burada size hiçbir faydam OL-MAZ." dedi Lorien kelimeleri vurgulayarak. "Savunma ve saldırıda iyiyim ben."
"Savaşabilen kahin ha?" dedi Sirius çarpık gülümsemesiyle sonra Moody'ye döndü. "Hadi gidelim artık!" diye gürledi.
Moody onu duymazdan geldi.
"Yakalanırsan ne olacak zannediyorsun? Öldürürlerse şanslısın demektir!" diye çıkıştı Moody.
"Ya sizi yakalarlarsa?" diye savundu Lorien. "Bir düşünün, size savaş alanında destek olabilirim."
Moody, ona sert bir bakış fırlattı.
Tonks, "Sayımız az," dedi. "Ayrıca Lorien deneyimli bir cadı, kendi başının çaresine bakabilir. Üstelik bir kahin olduğunu söylememe gerek var mı?"
Sirius, "Ben gelmesinden yanayım ve oyalanmadan gidelim!" dedi. Artık yerinde duramıyordu.
Moody iç geçirdi. "Bana bir an bile sorun çıkarırsan seni savaşın ortasında bağlarım." Ardından sasını kaldırdı.
"Accio."
Bir maske Moody'nin eline kondu. Bütün yüzü kaplayan sade ve gümüşi bir maskeydi.
"Bu maske sadece sahibinin rızasıyla çıkar. Gelmek istiyorsan bunu takacaksın. Ne bir saniye çıkaracaksın ne de kimseye kim olduğunu belli edeceksin ve inan seni kurtarmak için planı riske atmam. Anladın mı?” dedi Moody.
“Anladım.” dedi Lorien maskeyi incelerken, “Bana olan güvenin gözlerimi yaşarttı gerçekten."
Ardından cisimlenmeye hazırlanan grubun yanına katıldı.
SIRIUS BLACK'İN ÖLÜMÜ
Yoldaşlık bir anda Esrar Dairesi’nde belirdi. Çocukların her birinin boğazına birer asa dayanmıştı. Harry elinde bir kehanet küresiyle Lucuis Malfoy'un tam karşısında duruyordu.
“Expelliarmus!”
Moody’nin haykırışıyla başlayan saldırı Ölüm Yiyenleri hazırlıksız yakaladı. Tonks’un çevik hareketiyle iki asa havada savruldu, çocuklar hemen geriye çekildi. Savaş başlamıştı.
"Oğlumdan uzak dur." dedi Sirius en tekinsiz sesiyle. Tek hamlede Lucius’un suratına bir yumruk yapıştırdı. Lucuis kendini yerde bulmuş ve elindeki küre de kırılmıştı.
Lorien ve Tonks çocukları alandan uzaklaştırdı. Lorien, Yaxley'nin büyüsünü savuşturup sersemletti. Bunu fırsat bilerek Lucius'a yaklaşmaya karar verdi.
Sirius, yeniden doğmuş gibiydi. Büyülerini tutkuyla, milim şaşmadan savuruyordu. Önüne düşen saçlarını geriye iterken tek hamlede Lucius’u uzağa gönderdi. Lorien, Lucius'un arkasında belirmiş ve onu yakalamıştı. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu ancak maskeden belli olmuyordu. "Şov yapmaktan vazgeçmiyorsun." dedi Lorien.
Sirius sırıttı. "Bu düello şovsuz olmaz." dedi. Oğlunun intikamını alırken tehlikeli derecede çekici görünüyordu. Lorien, Lucuis'u tekrar ona iade etti. Dağınık sarı saçları Lorien'in parmaklarından ancak çıkabilmişti. Lorien parmaklarının arasında bir kaç tel saç kaldığını farketti. Birden kafasında şimşekler çakmaya başladı. Saçları cebinin içine koyduktan sonra Tonks'u yerde gördü. İki ölüm yiyen onu köşeye sıkıştırmıştı. Lorien, hemen arkalarında belirdi.
"Petrificus Totalus!"
Biri taş gibi oldu. Bunu fırsat bilen Tonks diğerine hızlı bir sersemletme büyüsü gönderdi. Şimdi iki ölüm yiyen de yerde yatıyordu. Lorien, ona elini uzattı. "Tam zamanında!" dedi Tonks, "Doğru kararı verdiğimi biliyordum."
Lorien gülümsedi. "Seni yüzüstü bırakmam."
Onu yerden kaldırırken aniden gözleri buğulandı. Vücudu kilitlenmiş gibi hareketsiz kaldı. Artık karşında Tonks değil Sirius vardı. Sirius üstünlüğünü kurmuş ve Lucuis'u perişan etmişti. Harry vaftiz babasının marifetlerini zevkle izlerken biraz ötede bir cadı belirdi. İkisi de onu görmüyordu. Cadı, asasını Sirius'a doğrulttu ve "Avada Kedavra!" diye bağırdı. Onun Bellatrix Lestrange olduğunu ancak farkedebilmişti. Karanlık lanet Sirius'un bedenine çarpınca asayı tutan elleri gevşedi. Gözleri donakaldı. Vücudu geriye düşerken cansız bedeni perdenin içine düştü. Sirius bedeni bile olmadan kaybolmuştu.
Tonks, endişeyle Lorien'in yüzünü inceledi. Görebildiği tek yer gözleriydi. Omzunun üzerinden bir boşluğa takılmış bakıyordu. "Moody, bana yardım et onu korumamız gerek." diye seslendi Tonks. Moody karşısındaki ölüm yiyeni fırlattıktan sonra ona döndü.
Tonks, Lorien'i işaret etti.
Moody ne olduğunu hemen anlamıştı. "Kehanet görüyor olmalı." dedi usulca. İki kişi Lorien'i bir koruma çemberinin arasına alarak savunma pozisyonuna geçti.
Birkaç saniye sonra Lorien derin bir soluk alarak kendine geldi. Bunun bir kehanet olduğunu anlaması uzun sürdü çünkü aynı mekanda aynı açıdan etrafına bakıyordu. Korkuyla büyüyen gözleri, Sirius'u aradı.
Oradaydı.
Lucius'u perişan ediyordu. O sırada kehanette gördüğü cadı, Bellatrix Lestrange aynı köşede belirdi. Sirius onu görmüyordu. Harry de öyle.
Kehanet gerçekleşmek üzereydi.
Lorien'in ayakları hareketsiz kaldı. Sirius o kadar uzaktaydı ki asla ona yetişemezdi.
Bellatrix laneti haykırdı.
"Avada Kedavra!"
Lorien aklına gelen ilk büyüyü savurdu.
"Depulso!"
Bellatrix Lestrange ve Lorien Evergreen'in asaları aynı anda Sirius'u hedef aldı. Fakat biri öldürmeyi diğeri ise yaşatmayı amaçlıyordu. Ona ulaşan büyü ise...
Notes:
📝 Eğer okuduysan küçük bir yorum bırakman beni çok mutlu eder. Okuduğunu bilir ve yeni bölümlere odaklanırım.
Teşekkür ederim, uğradığın için. 🌸
Chapter Text
Yıl: 1996
Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
Bellatrix Lestrange ve Lorien Evergreen’in asaları aynı anda Sirius’u hedef almıştı.
Ama biri ona daha erken ulaştı.
“Depulso!”
Sirius ne olduğunu anlayamadan arkasındaki duvara savruldu.
Moody, “Güzel iş!” diye bağırıp coşkuyla Lorien’in sırtına vurdu. Lorien hafifçe sendeledi. Dudaklarının kenarında kocaman bir gülümseme oluştu, başarmıştı!
Yoldaşlık üyeleri Sirius'un çevresinde belirip onu korumaya aldı. Ancak Bellatrix’in hedefi çoktan değişmişti.
“SEN!” diye haykırdı Bellatrix, “SENİ PARAMPARÇA EDECEĞİM! GÖSTER YÜZÜNÜ!”
Lorien maske taktığını ancak hatırlayabilmişti. Ona bir bağlama büyüsü gönderdi ancak göz açıp kapayana kadar cisimlenmişti. Üstelik nereye gittiğini göremiyordu.
Bellatrix bir anda arkasında belirip “CRUCIO!" diye bağırdı.
Lorien tam zamanında kolonun arkasına geçip kendini kurtardı. Kalbi deli gibi atıyordu. Kafasını çıkarıp sersemletme büyüsü gönderdi.
Iskalamıştı.
Bellatrix tiz bir kahkaha attı. "Yapabileceğinin en iyisi bu mu, ha?" Asasından yeşil bir ışık yükseldi.
"AVADA KEDAVRA!"
Lorien cisimlenerek ortadan kayboldu. Şimdi gözden uzak kör bir noktada duruyordu.
Sirius, Harry’nin koluna tutunarak toparlanmaya çalıştı. Sevdikleri söz konusuysa her zaman ayağa kalkacak gücü bulurdu. Kendine gelir gelmez kuzeni Bellatrix’le ateşli bir düelloya başladı. Büyüler havada çarpışıyor, her yöne savruluyordu.
Bellatrix’in yüzüne sinsi bir gülümseme yerleşti. Artık oyun yoktu, onu düşürmek istiyordu.
"BOMBARDA!" diye kükredi Bellatrix.
Sirius'un yanındaki kolon patlayıp tuzla buz oldu. Etrafa savrulan taş parçaları onu yere serdi. Lorien’in kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.
Bunu görmemişti.
Kehanetlerinde böyle bir an yoktu.
Sirius acıyla kıvranarak bacağını tuttu. Saçı ve kıyafeti tozlarla kaplanmış, kaşından ince bir kan sızıyordu. Lorien ona biraz daha yaklaşınca bacağındaki derin yarayı farketti. Şok olmuştu. Gidip yanına çöktü.
"İyiyim ben!" diye yalan söyledi Sirius.
Harry babasına koştu, "Bir şeyler yapın!" diye kükredi.
Lorien bildiği bütün büyüleri unutmuştu.
"Çok fena yaralanmış, onu götürmem gerek." dedi Lupin aceleyle.
"Sen kal!" diye emretti Moody, ardından Lorien'e döndü. "Sirius'u al ve karargaha götür! Bu çatlak kadın sizi öldürmeye karar vermiş."
Lorien donakalmıştı, aklı çalışmayı reddediyordu.
Moody daha sert bağırdı, "GİDİN HADİ!"
Kendine gelen Lorien, Sirius'u tutup cisimlendi. Gördüğü son şey, Harry'nin Bellatrix'e doğru koşması oldu.
"SAKIN!" dedi Sirius ama cümlesini bitiremeden kayboldular.
Karargaha geldiklerinde Sirius daha şiddetli inliyordu. Lorien telaşla onu yatağa yatırdı. Bulduğu bir iksir şişesinin tamamını bacağına boşalttı.
Sirius'un yaraları kapanmaya başlıyordu. İnlemeleri azalmış ve sakinleşmişti. Dudakları hareket etmeye başladı ancak ne dediği anlaşılmıyordu. Teşekkür mü edecekti?
"Beni kahrolası bakanlığa geri götür." diye fısıldadı Sirius.
"Geri götürmek mi? "Haline bir bak!" dedi Lorien inanamayan gözlerle.
"Harry'yi yalnız bırakamam." diye itiraz etti Sirius.
"Harry yalnız değil ama böyle inat edersen hep yalnız kalacak." dedi Lorien.
Sirius'un sesi daha cılız çıkıyordu. "Ben onun vaftiz babasıyım–"
Lorien elindeki şişeyi aniden yere düşürdü. Sol kolunda keskin bir acı hissediyordu. Sanki göremediği bir ateş tenini kavuruyordu. Çabucak cüppesinin kolunu sıyırdı.
Koyu bir iz, tenine işliyordu.
Cedric kurtulduğunda da aynı şey olmamış mıydı? Ama bu defa gör ardı edemeyeceği kadar acı veriyordu.
"Ne oluyor böyle?" dedi Sirius.
"Bilmiyorum." dedi korkuyla.
Saatler gibi hisettiren bir kaç saniye sonra nihayet durmuştu ancak durup dinlenmek için vakti yoktu. Bakanlıktaki savaş devam ediyor, çözülmesi gereken sorular onu bekliyordu.
Lorien ayağa fırladı. "Benim gitmem gerek." dedi.
Sirius'un sesi şaşkınlık ve öfke arasında gidip geldi. "Dalga geçiyorsun herhalde?" diye çıkıştı, "Benim burada kalmam hakkında söylediğin onca şeyden sonra!"
Lorien onu duymazdan geldi, "Bana söz ver, başka hiç kimseye bundan bahsetmeyeceksin."
Sirius kaşlarını çattı, "Bana her şeyi anlatırsan sırrını saklarım, en başından itibaren..."
Lorien başını salladı. Tekrar cisimlenirken Sirius arkasından bağırıyordu:
"Harry'yi koru!"
Lorien yeniden Esrar Dairesi'ne gelmişti. "Harry nerede?" diye sordu Tonks'a.
Tonks, "Senin burada ne işin var?" diye bağırdı, önündeki ölüm yiyeni sersemlettikten sonra.
"Henüz bitmedi." dedi Lorien, "Harry nerede? Onu göremiyorum."
"Bellatrix'in peşinden gitti. Lupin ve Dumbledore müdahele ediyor." dedi Tonks.
İkisi de gözünü çevreden ayıramıyordu. Lorien gitmeye hamle edince Tonks onu durdurdu. "Bakanlık gelmek üzere, yardımın lazım!" dedi.
"Elbette." dedi Lorien ve asasını daha sıkı kavradı. İkisi sırt sırta verip savaşmaya devam etti. Lorien daha ne kadar dayanabileceğini merak ediyordu.
Bu sırada Lucuis, Lorien'in karşısında belirip sessiz bir büyü fırlattı. Lorien asasının tek hareketiyle kendini korudu. Lucuis tekrar ve tekrar şansını denedi. Üstelik neredeyse biri isabet etmek üzereydi. Nihayet bakanlığın askerleri odayı doldurmaya başlamıştı.
"Geldiler!" dedi Tonks sevinçle, "Şimdi işleri bitti. Hepsi Azkaban'ı boylayacak."
O an Lorien'in kafasına dank etti:
"Hepsi Azkaban'ı boylayacak..."
Oğlu Draco'nun görevi esnasında orada değildi çünkü Azkaban'a girecekti. Lorien artık müdahale etmezse yakalanacağını biliyordu. Ona üç tane büyü gönderdi. Lucius ilk ikisini atlatsa da üçüncüsünde geriye savruldu. Nihayet bakanlığın askerlerini görebilmişti. Lorien bir büyü daha göndermek için hazırdı.
Ancak kaçmasına müsade etti.
EVE DÖNÜŞ
Savaş bittiğinde yoldaşlık karargaha geri dönüyordu. İlk gelen Lorien oldu. Gücü öylesine tükenmişti ki dönebildiğine inanamıyordu. Hemen ardından Tonks geldi. Yanağındaki çizik tazeydi. Halıya cisimlenir cisimlenmez sendeledi ama ayakta kaldı. Gözleri hızla odayı taradı; birilerini arıyordu.
Peşinden Moody belirdi. Lupin’in yürüyüşü hafif aksıyordu.
Harry karargaha gelir gelmez etrafına bakındı ve "Sirius nerede?” diye sordu endişeyle.
Bir gölge, kapının kenarından Harry'ye doğru hareket etti. "Harry, iyisin." dedi Sirius, ona sımsıkı sarılarak.
“Seni kaybettiğimi sandım,” dedi Harry, boğuk sesiyle.
“Nasıl Bellatrix’in peşinden gidersin, aklını mı kaçırdın?" diye çıkıştı Sirius.
Lupin gözlerini Tonks'a çevirdi. Tonks köşede durmuş, ellerini birbirine kenetlemişti. Bir an için göz göze geldiler. Lorien bakışlarını kaçırmadan onları izledi ve usulca gülümsedi. Aralarında bir şeyler olduğunu biliyordu.
Hermione, başını Ron'un omzuna dayadı. Savaş bitmişti ve herkes hayattaydı. Kazandıkları savaşın sessiz kutlamasıydı bu.
Lorien'in kolundaki iz hala biraz sızlıyordu. Diğer elini koluna bastırarak acıyı hafifletmeyi umut etti. Dumbledore Bakanlık ile görüşüyordu. Voldemort'un dönüşünü kendi gözleriyle görmüşlerdi. Bir çok Ölüm Yiyen yakalanıp Azkaban'a atılmıştı. Bunların içinde Lucius Malfoy yoktu.
Bu gece bir çok şeyi değişmişti.
“Bugün şanslıydık.” dedi Moody, sessizliği bozarak. "Özellikle de sen, Sirius. Ölmekten kıl payı kurtuldun."
Tonks kaşlarını çattı, "Peki ya Lorien seni dinleyip burada kalsaydı ne olacaktı?"
Moody homurdandı ve istemeye istemeye kabul etti. "Evet...bu kötü olurdu." Sesi tekrar gürleşti. "Ama yine de maske taktırdığım için pişman değilim!"
Odadaki konuşma devam ederken Sirius bakışlarını Lorien'e çevirdi. Gözlerinde anlaşılması zor ve karmaşık bir ifade vardı. Yavaşça yaklaştı ve "Konuşabilir miyiz?" diye fısıldadı.
Lorien iç geçirdi. "Kaçamam sanırım." diye cevapladı.
Sirius kaşlarını kaldırdı, "İlginç... Kaçmakta iyisin sanıyordum." dedi iğneleyici sesiyle.
Lorien bu defa gülmedi. Gözlerini kısarak ona baktı. "Bana böyle mi teşekkür ediyorsun?"
Sirius onu boş bir odaya götürürken Bayan Black, portresinden bağırmaya başladı. "ALÇAKLAR! HAİNLER! KANI BOZUKLAR!"
İkisi de onu görmezden gelip hızla koridoru geçti ve bir odaya girdi. Burası Sirius'un odasıydı. Odası posterlerle doluydu. Lorien içeriyi incelemeye başladı. Duvarlar Gryffindor renklerine boyanmıştı. Her köşesinde Quidditch takımı afişleri, birkaç muggle rock grubu ve motosiklet posterleri vardı. Posterlerin arasında birkaç tane fotoğrafa rastladı. Genç Sirius, arkadaşları James, Lupin ve Peter ile kahkaha atıyordu. Sonraki resimlerinden birinde bikinili bir model vardı. Lorien sırıttı. "Çapkın Sirius Black..." diye mırıldandı.
"Ne yaparsın işte." dedi hemen arkasındaki ses.
"Güzel yıllardı." dedi Lorien, "Hayatımızdaki küçük problemleri dünyanın sonu zannederdik..."
Sirius'un yüzünde acı bir tebessüm belirdi. "Şimdi geçmişten bahsetmenin zamanı değil," dedi. Eğilip Lorien'in koluna uzandı.
"Kolun ne durumda?"
"İyi." diye yalan söyledi Lorien, Sirius elbisenin kolunu sıyırırken. Koyu iz orada duruyordu.
"Hah, iyiymiş(!)" diye hormurdandı Sirius.
Lorien kolunu çekmek istedi ancak Sirius'un parmakları daha sıkı kavradı. Lorien, bir an neye tepki vereceğini bilemedi, acıya mı yoksa utanç verici ana mı?
"Sebebi neymiş öğrenebildin mi?" diye sordu Sirius.
"Hayır, öğrenemedim." dedi Lorien.
Kaderi değiştirmenin bir bedeli olduğundan şüpheleniyordu ama bunu ona söylemenin doğru bir yolu yoktu.
“Yalan söylerken kendini geliştirmen gerekiyor,” dedi Sirius. “Çok belli ediyorsun.”
Sonra Lorien’in kolunu bıraktı.
“Bana bir söz vermiştin,” diye ekledi sertçe. “Eğer sen tutmayacaksan, ben de tutmam.”
Ardından tek kelime etmeden kapıya yöneldi.
Lorien paniklemişti. "Dur!" diye bağırdı.
Sirius kapıya doğru bir kaç adım attıktan sonra kolundan yakalayıp durdurdu. "Tamam anlatacağım."
Sirius iç geçirip onu dinlemeye karar verdi.
"Bu sadece tahmin..." diye başladı, "kehanette bir kişinin ölümünü görüp müdahale edersem bu izler beliriyor. Yani... öyle sanıyorum."
Sirius'un gözleri hayretle açıldı. "Başka birini daha mı kurtardın?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.
Lorien, doğruyu söyleyemek zorundaydı. "Evet ama bunu sonra anlatırım." diye fısıldadı.
Sirius anlamaya çalışıyordu. "Bu izler... tehlikeli bir şeye benziyor, Lorien." dedi sonunda, "Gidip Madam Pomfrey'e göstermelisin."
Lorien, "Hayatta olmaz!" diye çıkıştı. "Birine söylersem bir daha asla izin vermezler! Okuldan atılabilirim hatta bunun için ceza bile alabilirim!" dedi endişeyle.
Lorien bunu başka birine söylerse Snape'i son görüşü olurdu. Onun hayatını kurtaramadan sonsuza dek kaybederdi.
Sirius, kaşlarını çattı, "Böyle mi devam etmeyi düşünüyorsun peki?" diye sordu asabiyetle.
Lorien, "Hayır..." dedi. Kafasını çalıştırıp bir çözüm bulmaya çalıştı. "Okul dışında bir şifacı bulup ona göstereceğim."
Sirius biraz düşündü ve "Bana haber ver." dedi sonunda.
Lorien başını salladı. "Aramızda sır olacak kalacak değil mi?"
"Şimdilik, evet." diye cevapladı Sirius.
Lorien ona ters bir bakış atarken kapı çaldı. Bu, Molly'nin sesiydi.
"Sirius, canım! İlaçlarını alma vakti." dedi kapının arkasındaki yumuşak ses.
Elinde iksir şişeleriyle onu bekliyordu. Sirius ve Lorien'i görünce sessiz ve anlamlı bir bakış attı. "Bunlar yorgunluğunuza iyi gelecek." dedi gülümseyerek.
Koridordan geçerlerken Bayan Black, onları görüp hakaretler yağdırmaya devam etti. Ancak kimsenin moralini bozmaya yetmemişti.
Karargahta küçük bir akşam yemeği ile günü kutlamaya karar vermişlerdi. Mutfakta hazırlıklar sürerken, Molly’nin sesi herkesin dikkatini çekti.
“Profesör Lorien,” dedi, “Şu bahsettiğiniz Türk kahvesi falından bize de bakar mısınız?” diye sordu hevesle.
Lorien başını kaldırdı. “Olur. Sadece sana bakacağım değil mi?”
“Herkese!” dedi George ve Fred aynı anda.
Lorien o an farketti, artık kendisine güveniyorlardı. Söyleyeceği şeyleri merak ediyorlardı. Bu düşünce onu gülümsetmeye yetti. "Pekala," dedi iç geçirerek, "ama sırayla."
Mutfak birkaç dakika içinde kahve fincanları ile dolmuştu. Ginny annesinin talimatı üzerine kahve hazırlarken Ron homurdanmaya başladı. "Siz delirdiniz mi? Açlıktan ölüyoruz burda!"
Hermonie, dirseğiyle dürterek onu susturdu.
İlk fincan Tonks'tan gelmişti. Lorien gördüğü sembol karşısında gülümsedi. “Sanırım gelip bunu kendin görmen gerekiyor.” dedi imalı imalı.
Tonks merakla eğilip fincanına baktı.
Bir kurt vardı.
İkisi aynı anda kahkahayı basıverdi.
Lupin ve Sirius birbirine bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştı. Molly, Arthur ve Lupin’den sonra sıra Sirius'a gelmişti. Lorien kaşlarını çatarak dikkatle inceledi. “Bir terazi görüyorum.” dedi, ciddiyetle.
“Terazi adaleti simgeler," dedi Hermione.
Fred ve George kıkırdadı. “Gryffindor’a beş puan!”
"Kesin, susun artık!" diye çıkıştı Molly.
“Bir dakika... bu ne demek oluyor?” diye sordu Sirius.
Lorien, “Suçsuz olduğun yeniden gündeme gelebilir.” dedi. Ama buna sevineceğini konusunda emin değildi.
Fincanlar bittiğinde Molly herkesi yemeğe çağırdı. Lorien kalkarken kendi fincanına bakmayı ihmal etmedi. Sonu ikiye ayrılan bozuk bir yol gördü. Ancak ortamın sıcaklığı bunu unutmasını sağladı.
Güzel bir yemeğin ardından kadehler kalkmıştı. Arthur Weasley, kaymak birasını havaya kaldırdı. "Çocukların sağlığına!" diye haykırdı.
Tonks, "Ölüm Yiyenlerin Azkaban'a gönderilmesine!" diye bağırdı.
Lupin, "Sirius'un kurtuluşuna!" dedi.
Sıra Sirius'a geldi. Sirius kadehini kaldırdı ve "Lorien'e." dedi göz kırparak.
Lorien başını hafifçe eğerek teşekkür etti.
Kadehler havada tokuşurken kuru bir öksürük duyuldu.
"Eğlencenizi bölüyorum kusura bakmayın." dedi buz gibi bir ses. Herkes dönüp ona baktı.
Severus Snape.
Molly hemen ayağa kalkıp bir sandalye çekti. "Gel Severus, bize eşlik et." dedi neşeyle. Severus gıcırtıyla sandalyesine oturdu.
Arthur, "Bugün olanlardan sonra güzel bir kutlama yapıyoruz!" dedi.
Sirius ekledi, "Lorien'in beni kurtarmasını unutmayalım." dedi gülümseyerek.
Gözleri Severus'a bakarken haince parlıyordu.
Lorien tedirginliğini gizlemeyemedi çünkü Severus'a göre en büyük düşmanını kurtarmıştı ve buna sevineceğini zannetmiyordu.
Severus, Lorien'e dönüp sessiz ve yargılayıcı bakışlar attı. "Tebrikler Profesör Evergreen, yetenekleriniz gerçekten takdire şayan." dedi zehirli sesiyle. Yüzü hiç de tebrik edere benzemiyordu. Sonra tekrar masaya döndü.
"Beni Dumbledore gönderdi." dedi ciddi bir şekilde.
"Seni dinliyoruz." dedi Lupin.
"Voldemort oldukça öfkeli. Ölüm yiyenler ise başarısızlıktan dolayı cezalandırılıyor," dedi Snape.
Tonks "Hepsini perişan ettik!" dedi neşeyle.
Snape onu duymamış gibi davranıp Lorien'e döndü. İkisinin gözleri birbirine kenetlenmişti.
“Benden seni bulmamı istediler, Evergreen.”
Notes:
:📝 Eğer okuduysan küçük bir yorum bırakman beni çok mutlu eder. Okuduğunu bilir ve yeni bölümlere odaklanırım.
Teşekkür ederim uğradığın için. 🌸
Chapter 8: Geç Gelen Özür
Chapter Text
Yıl: 1996
Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
Küçük Lorien, yeniden Hogwarts’a döneceği için çok heyecanlıydı. Bu onun ikinci yılı olacaktı. Tavanda süzülen mumları, büyülü koridorları ve Ravenclaw'daki arkadaşlarını çok özlemişti. Eşyalarını bavula yerleştirip huzurla uykuya daldı– ta ki bir rüya uykusunu bölene kadar.
Bir arabanın içindeydi. Direksiyonda babası Thomas vardı. Lorien arka koltukta oturuyordu ama sanki bir izleyici gibiydi. Thomas Evergreen dikiz aynasından ona bakıp gülümsedi. "Prenses'i yetiştirdik." dedi keyifle.
Lorien cevap vermedi, yola odaklanmıştı. Gözlerini kırptığı anda karşıdan gelen parlak ışığı farketti. Bir araba giderek yaklaşıp onlara doğru geliyordu.
“Baba, çekil!” diye bağırdı Lorien.
Ama babası onu duymadı. Zaman yavaşlamıştı sanki. Thomas nihayet başını kaldırıp baktığında çok geç kalmıştı. Lorien dikiz aynasında son defa babasının gözlerini gördü.
Gün ağardığında büyük bir telaş her şeyi silip süpürmüştü çünkü treni kaçırmak üzereydi. Annesine sıkıca sarıldı sonra babasıyla birlikte istasyona koştular. Gitmeden babasını öpecekti ancak tren hareket etmeye başlamıştı.
O akşam, Dumbledore’un açılış konuşmasının ardından Büyük Salon’da görkemli bir ziyafet başladı: Kızarmış tavuk butları, haşlanmış patatesler, çikolatalı pastalar masalarda belirdi. Herkes patlayana kadar yemişti.
Ziyafetin ardından salon boşalmaya başladı. McGonagall'ın telaşla birini aradığını farkettiler. Sonunda Lorien'i bulup müdür odasına sürükledi. Kötü haber gelmişti. Babası Thomas, Lorien'i trene bindirdikten sonra araba kazası geçirmiş ve hayatını kaybetmişti. O gece, Lorien'in atalarından gelen kadim yeteneği kendini göstermişti.
Dumbledore, bunun kendi suçu olmadığını defalarca anlatsa da Lorien kendini affedemedi çünkü rüyasını bir saniye ciddiye alsaydı, her şeyin çok farklı olacağını biliyordu. O zamandan beri bunu düşünmediği tek bir gece olmamıştı.
“Benden seni bulmamı istediler, Evergreen.”
Lorien, gözlerini Severus'un gözlerine kitlemişken zihninden çeşitli düşünceler geçiyordu. Ya Severus onu ele verecekti yada bunu yapmadığı için cezalandırılacaktı. Onu korumak isterken ona zarar vermişti. Esrar Dairesi'ne gitmek şimdi aptalca bir fikir gibi geliyordu. Severus haklıydı, burada kendi kafasına göre hareket ederse herkesin başını belaya sokardı. Ama Lorien dinlememiş ve inatla kendi bildiğini okumuştu. Suçluluk duygusu midesinde kramplara sebep oldu.
Yoldaşlık masasına bir sessizlik çöktü. Kadehler havada kalmış ve kutlama havası sönmüştü.
"Tanrım...onlara ne söyledin?" diye sordu Mr. Weasley.
Severus gözlerini Lorien'den ayırmadı, "Hiçbir şey." diye cevapladı.
"Kahin olduğunu anlamışlar mı?" diye sordu Moody.
Severus ona döndü. "Sanmıyorum." dedi aynı soğukkanlı sesle.
Lorien kalabalıktan kaçıp yalnız kalmak ve uzun uzun düşünmek istiyordu. Sandalyesini çekip kapıya yöneldi.
"Benim... okula dönmem gerek." dedi.
"Lorien..." diye seslendi Sirius ayaklanarak.
Tam o anda Snape de ayağa kalktı. “Ben onunla giderim.” dedi sertçe.
İki adamın arasındaki soğuk bakışma bir kaç saniye sürdü. Tonks, Sirius'a oturmasını işaret etti. Ardından Snape sandalyesini çekip sert adımlarla Lorien'in peşine düştü.
Yol boyu gergin bir sessizlik vardı. Snape adeta burnundan soluyordu. “Sana gitme demiştim.” diye azarladı.
Lorien onun haklı olduğunu biliyordu. Ama neden gittiğini de hatırladı. Kehanetteki boşlukları doldurmak istemişti. “Gitmek zorundaydım.” diye mırıldandı kendi kendine.
Snape olduğu yere çivilendi, şimdi gerçekten sinirlenmişti.
“Beni dinlemediğin için şans eseri yaşıyorsun. Tek bir hata, Evergreen— tek bir hata her şeyi bitirebilir!” dedi sesini yükselterek.
"O hatayla birinin hayatını kurtardım.” diye hatırlattı Lorien.
Snape'in gözleri öfkeyle parlıyordu. "Bir gün bu kahramanlık tutkusu seni öldürecek ve bu sefer kendini bile kurtaramayacaksın." dedi dişlerinin arasından.
Snape yakıcı bakışları karşısında kalbi davul gibi çarpıyordu. Korku, suçluluk, aşk... Hepsi içinde fırtınalar estiriyordu.
Severus dönüp sertçe yürümeye başladı. Lorien, öfkesini attığı adım seslerinden anlayabiliyordu. Haklıydı da, önce kendini koruması gerekiyordu.
“Özür dilerim..." diye mırıldandı Lorien, "başını belaya soktum.”
Snape cevap vermedi.
Lorien teslim olmuştu. “Eğer... beni ele vermen gerekiyorsa yap, Severus. Anlarım.” dedi.
“Aptalca konuşma.” diye tersledi Snape, “Bir daha ‘anlarım’ dersen hiçbir şey anlamamışsın demektir.”
Lorien'in kafası karıştı. Neyi anlamamıştı? Yoksa onu ele vermeyecek miydi?
"Severus..." diye başladı Lorien, gerçekleri itiraf etme isteğiyle baş etmeye çalışıyordu.
Snape gergindi, "Ne var Lorien?" diye yanıtladı sertçe, “Bu gece başka bir saçmalığa daha tahammülüm kalmadı.”
Lorien aniden durdu:
̶"̶B̶e̶n̶i̶ ̶a̶f̶f̶e̶t̶.̶ ̶S̶e̶n̶i̶ ̶k̶o̶r̶u̶m̶a̶k̶ ̶i̶s̶t̶e̶d̶i̶m̶ ̶a̶m̶a̶ ̶o̶ ̶k̶a̶d̶a̶r̶ ̶a̶p̶t̶a̶l̶ı̶m̶ ̶k̶i̶ ̶e̶l̶i̶m̶e̶ ̶y̶ü̶z̶ü̶m̶e̶ ̶b̶u̶l̶a̶ş̶t̶ı̶r̶d̶ı̶m̶.̶ ̶S̶e̶n̶i̶ ̶s̶e̶v̶i̶y̶o̶r̶u̶m̶.̶ ̶K̶e̶ş̶k̶e̶ ̶b̶u̶n̶u̶ ̶i̶t̶i̶r̶a̶f̶ ̶e̶d̶e̶c̶e̶k̶ ̶k̶a̶d̶a̶r̶ ̶c̶e̶s̶u̶r̶ ̶o̶l̶a̶b̶i̶l̶s̶e̶y̶d̶i̶m̶.̶"̶
"Teşekkür ederim." diye mırıldandı usulca.
Snape’in yüzü hala taş gibiydi. Bir şey söylemeden yürümeye devam etti. Fakat bu defa adımları biraz daha yumuşaktı.
KNOCKTURN YOLU'NDAKİ GARİP ŞİFACI
Lorien vücudundaki izleri bir şifacıya göstermeliydi. Aksi taktirde Sirius'un bu meseleyi başkalarına anlatacağını biliyordu. Sol kolundaki iz hala oradaydı, ne bir iyileşme ne de yayılma olmuştu. Savaştan sonra biraz yorgundu ama toparlanıyordu.
Yüzünü eski bir peçeyle gizleyen Lorien, Knockturn Yolu'na indi. Bu tekinsiz sokakların birinde bir şifacı olduğunu duymuştu. Sokaklarda garip tipler vardı. Kendini ne kadar gizlerse gizlesin buraya ait olmadığı ürkek tavrından belliydi. Tarif edilen yere geldiğinde eski bir tabela gördü. Tabelanın üzerinde "Kara Büyülere Karşı Şifalar" yazıyordu.
Kapıyı çekip içeriye girince tok bir karga sesi bütün dükkanda yankılandı. Karganın tüyleri simsiyah ve parlaktı. Siyah gözleri boncuk gibi parlıyordu. Dükkandaki baharatlı tütsü kokuları birbirine karışmıştı. Raflarda dizili bir sürü iksir vardı; kurbağa bacağı, yarasa kanadı, çeşit çeşit sıvılardan oluşan küçük tüplerle doluydu.
Arkasında beliren sakin ses, "Nasıl... yardımcı... olabilirim?" dedi Lorien'i süzerek.
Kapşonlu pelerinin içinde orta yaşlı bir adam belirdi. Gözleri şaşırtıcı derecede buz mavisiydi ve bakışları Knockturn Yolu kadar tekinsizdi.
Lorien boğazını temizledi.
"Benim... vücumda izler var." diye geveledi, "ama ne olduğunu bilmiyorum."
"Hani, nerde?" dedi şifacı bakınarak.
Lorien sol kolunu uzattı.
Şifacı, cübbesinin kolunu sıyırdığında iz ortaya çıktı. Adam burnunu yaklaştırıp boylu boyunca kokladı. Lorien şimdi gerçekten rahatsız olmuştu.
"Hmmm..." dedi düşünceli düşünceli, "Daha önce bir çok iz gördüm ama böylesiyle hiç rastlamadım."
Kafasını kaldırıp meraklı gözlerini Lorien'e kilitledi. "Anlat bakalım, bunlar nasıl oldu?"
Lorien ne diyeceğini bilmiyordu. "Ben... birini kurtardım."
"Bir tılsımla mı?" diye sordu şifacı.
Lorien, ne kadarını anlatacağını kestirmeye çalıştı. "Hayır... yani aslında evet, ama tılsım kullanmasam bile aynı şey oldu."
"Yani tek sefer değildi, öyle mi?" dedi şifacı kaşlarını kaldırarak, "Anladığım kadarıyla müdahale ediyorsun..." dedi, "insanların hayatlarına..."
Lorien bir adım geriye gitti, "Hayır... öyle değil." diye kekeledi. İçinde fena halde kaçıp gitme dürtüsü oluşuyordu.
Şifacının yüzünde tekinsiz bir gülümseme belirdi. "Yani... Tanrıyı mı oynuyorsun?"
Lorien yüzündeki peçeteyi daha sıkı kavradı. "Hayır... yanlış anladınız."
Şifacının yüzündeki gülümseme genişledi, "Peki bunu yapmana kim izin verdi, küçük kız?"
Lorien derhal gitmeye karar vermişti. "Ben yanlış yere geldim sanırım." diyerek dükkandan dışarıya çıktı. Knockturn Yolu'nu geçene kadar da yavaşlamadı.
Şifacı, o gözden kaybolana kadar izlemeye devam etti. Ardından cam kenarına tüneyen kargasına baktı.
“Böyle izler… Karanlık Lord’un ilgisini çekerdi, değil mi Nox?”
Karganın tok sesi bir kez daha tüm dükkanda yankılandı.
BAKANLIK'TAN MEKTUP
Artık Yoldaşlık toplantıları daha sık yapılıyordu. Bir akşam üzeri Sirius, Lorien'in geldiğini görünce hemen kalkıp yanına yaklaştı. "Hey, iyi misin?" diye sordu endişeyle, "geçen akşam gittiğinde..."
Bir an kafasını çevirip ve onu dinleyen Molly, Tonks ve Lupin'i farketti. Üçü hemen kafasını eğdi ve hiçbir şey yokmuş gibi davrandı. Ancak hala kulak kabarttıklarını anlayabiliyordu. Sirius gözlerini devirdi, Lorien'i bileğinden tutup köşeye çekti. "Toplantıdan ayrıldıktan sonra seni merak ettim, iyi misin?" diye sordu usulca.
"Evet , iyiyim." dedi Lorien.
"Bak, seni bulmalarına asla izin vermem." dedi gözlerini Lorien'e dikerek, "Gerekirse benimle birlikte burada yaşarsın." Sirius'un gözlerindeki suçluluk duygusu açıkça okunuyordu.
Lorien gülümsedi, "Sorun yok Sirius, bana bir şey olmayacak. Bir kere Dumbledore ve Severus buna izin vermez. Hem Hogwarts oldukça güvenli bir yer."
Lorien, yaptığı şeyi farkedince biraz şaşırdı. Bu sözleri birinin ona söylemesi gerekmez miydi?
Sirius kaşlarını çattı, "Severus'a güvenmiyorum." dedi.
Lorien elini nazikçe Sirius'un omzuna koydu. "Bak, bu konuda suçluluk duymanı istemiyorum. Kim olsa böyle yapardı."
"O konuda emin değilim," dedi Sirius, sonra omzundaki narin elleri tutmaya yeltendi. "Ayrıca kolun ne durumda? Şifacıya gittin mi?"
Lorien, Knockturn Yolun'a son gittiğinde neler olduğunu hatırladı. Şifacının tekinsiz gözleri hala zihnindeydi. Nazik bir hareketle elini Sirius'tan kurtarıp arkada birleştirdi.
"Evet gittim" dedi Lorien, "Bana bir iksir verdi, düzenli kullanırsan geçermiş." Sesini olabildiği kadar inandırıcı tutmaya çalıştı.
"Peki neymiş? Neden olmuş?"
"Hazırladığım koruma tılsımı ters tepmiş." diye yalan söyledi. İçindeki rahatsızlık hissi giderek büyüyordu. Artık kaç tane yalan söylediğini hatırlayamıyordu, üstelik birine yalan söylemek yapmak istediği son şeydi.
"Hangi tılsım?" diye sordu Sirius kaşlarını çatarak.
O sırada neşeli bir ses odada belirdi. "Black! Bakanlığın sana bir mektubu var! Aç oku." dedi Mr Weasley. Elindeki mektubu havaya kaldırdı.
Herkes yaptığı işi bırakıp ona döndü.
Sirius hızla mektubu kaptı ve yırtarcasına açtı. Ardında mırıldanarak kendi kendine okumaya başladı.
"Ay, sesli oku da biz de duyalım!" diye isyan etti Tonks.
------------------------------------------------------------------------------------------
“Sayın Sirius Black,
Sihir Bakanlığı, 1981 yılında işlenmediği anlaşılan suçlar nedeniyle haksız mahkûmiyetinizden dolayı özür diler. Peter Pettigrew’un hayatta olduğuna dair yeni deliller, masumiyetinizi kanıtlamıştır. Azkaban’daki mahkûmiyetiniz geçersiz sayılmış, siciliniz temizlenmiştir. Ayrıca geçirdiğiniz her yıl için 1000 galleon maddi tazminat sunulmaktadır.
Bakanlık, sağlığınızın Azkaban deneyiminden etkilenip etkilenmediğini öğrenmek istemektedir.
Masumiyetinizi resmen duyurmak için yarın Bakanlık’ta bir tören düzenlenecek ve size Onurlu Hizmet Madalyası takdim edilecektir.
Saygılarımızla,
Rufus Scrimgeour, Sihir Bakanı.”
------------------------------------------------------------------------------------------
Odada uğultular yükseliyordu. Sirius bir süre mektuba bakakaldı. Herkes onun ağzından çıkacak ilk kelimeyi bekliyordu.
"Azkaban deneyimi..." diye mırıldandı Sirius, kendi kendine. Ardından bir kahkaha koyuverdi. Bu kahkahalar acı ve öfke doluydu.
“Şimdi gönlüm ferahladı,” dedi gülerek, “Demek Azkaban sadece küçük bir hataymış!”
Odadaki uğultu kesildi.
Kısa bir sessizliğin ardından Tonks utangaç bir şekilde mırıldandı, "En azından... özür diliyorlar."
Sirius ona döndü, gözleri öfkeyle parlıyordu ama bu öfke Tonks’a değildi.
“İnsanlar hayatlarını kaybetti Tonks. Ben Azkaban'da on iki yılımı, gençliğimi kaybettim. Arkadaşlarımı, ailemi, kendimi..."
Sonra durdu. Derin bir nefes alıp Mr. Weasley’e döndü.
“Yarın ki törene gideceğim ama içimdekileri kusmak için."
Herkes haklı olduğunu biliyordu. Buruk bir sevinçti bu, geç kalınmış anlamsız bir zaferdi. Lupin, Sirius'un sırtına vurarak destek oldu. Molly'nin gözleri yaşarmıştı, kollarını açıp kocaman sarıldı. Hemen önünde duran Lorien, gözlerini kırparak anlayışla ona baktı. Sirius, teşekkür anlamında belli belirsiz bir gülümsemeyle karşılık verdi. Aralarında kısa ve sözsüz bir konuşma yaşanmıştı.
Ertesi günlerde bir baykuş Gelecek Postası'nı Lorien'in kahvaltı masasına bıraktı. Sirius’un haberi birinci sayfada manşet olarak yer alıyordu. Manşetin üstünde, Bakan ile Sirius’un fotoğrafı vardı: Bakan elinde bir madalya tutuyor, Sirius ise madalyayı almadan kürsüden iniyordu. Fotoğraf, durmaksızın tekrar etti.
"SIRIUS BLACK AKLANDI!
Bugün Sihir Bakanlığı’nda gerçekleşen törende, uzun yıllar Azkaban’da “kaçak ve hain” olarak ilan edilen Sirius Black’in, aslında Lord Voldemort’a karşı savaşan cesur bir büyücü olduğu resmen kabul edildi.
Sihir Bakanı Rufus Scrimgeour törende yaptığı açıklamada, "Zamanın şartları içinde bazı gerçekler gözden kaçmış olabilir," diyerek eski bakanın yaptığı hatalara atıfta bulundu. Törende Black’e, Bakanlık tarafından Onurlu Hizmet Madalyası sunuldu.
Black, madalyayı reddederek, ‘İtibarımı hiç kaybetmedim,’ dedi ve alkışlar arasında kürsüyü terk etti…”
Lorien gülümsedi, tam da ondan beklediği gibi davranmıştı. Gazeteyi katlayıp masaya koydu. Hemen yanında oturan Snape'in gözleri gazetedeki fotoğrafa kaydı.
"Demek sevgili Sirius'unuz sonunda aklandı." dedi iğneleyici sesiyle, "Her iddiasına varım ki, çok geçmeden yine başını belaya sokacaktır."
Lorien gözlerini devirdi. "Biraz olsun sevinemez misiniz?" diye yanıtladı, "Sonuçta yıllarca boş yere Azkaban'da yatmış."
Snape kaşlarını kaldırdı, "Çok sevinçliyim, belli olmuyor mu?" dedi alayla.
TONKS'UN KAHVERENGİ SAÇLARI
Lorien kehanet notlarını bir kenara bırakıp ders notlarını alıp karıştırmaya başladı. O sırada bir ses duyduğunu sandı.
"Pşşt!"
Elindeki notları indirip kapıya bakındı ama kimse yoktu.
"Burdayım, şöminede!" dedi tanıdık bir ses.
Lorien kafasını çevrince bir çift gözün onu izlediğini görüp yerinden sıçradı.
Sirius Black'ti.
Hızla koltuğundan kalkıp şöminenin önüne diz çöktü.
"Burada ne yapıyorsun?" diye sordu.
"Tebrik etmeyecek misin?" dedi Sirius keyifli keyifli, "Ben artık özgür bir adamım."
"Elbette edeceğim," dedi Lorien, "Özgürlüğünün tadını çıkarıyorsundur diye düşündüm. Ha, aklıma gelmişken dikkatli ol. Ölüm yiyenler seni bulursa–"
"Moody gibi başlama lütfen. Elbette dikkatli oluyorum... Her neyse bugün biraz erken gel, toplantıdan önce oturup konuşuruz. Tebrik hediyemi de unutma.” dedi gülümseyerek.
Lorien başını salladı. "Olur, gelmeye çalışırım." Hemen sonra şömineden kayboldu.
Lorien, gün batarken elinde bir hediyeyle karargahın koridorunda belirdi.
"Merhaba Lorien. Nasılsın?" diye gülümsedi Tonks.
"Merhaba." dedi Lorien, "Sirius yok mu? Ona tebrik hediyesi almıştım."
"Bakanlığın sağlık çalışanları kontrol etmek istedi, sanırım birazdan gelir."
Lorien paketi kenara bıraktı ve bir sandalye çekip karşısına oturdu. Tonks'un saçlarında bir gariplik vardı. "Tonks..." dedi çekinerek, "Saçların sanki her zamankinden farklı görünüyor. Bir sorun mu var?"
Tonks kafasını kaldırıp Lorien'e baktı, "Canım sıkkın olunca böyle oluyor işte..." dedi kederli kederli.
"Anlatmak istersen dinlerim," dedi Lorien, "Hatta kahve falı bile bakarım."
Tonks hafifçe gülümsedi, "Teşekkür ederim ama kahve falının bana yardım edeceğini sanmıyorum." dedi.
Lorien bir kaç saniye düşündü. "Lupin mi?" diye sordu usulca.
Tonks'un gözleri aniden büyümüştü. "Nerden bildin?" dedi hayretle.
"Birbirinize nasıl baktığınızı gördüm." dedi Lorien gülümseyerek.
"Lupin'in pek de aşkla baktığını zannetmiyorum." diye iç geçirdi Tonks.
"Yoksa platonik mi?"
"Lupin, bana layık biri olmadığını söyleyip duruyor. Kurt adam olduğunu, bana zarar vereceğini ve daha iyi bir adam bulabileceğimi falan söylüyor."
"Peki sen ne düşünüyorsun?"
"Onu seviyorum ve başkası umrumda değil!" dedi Tonks kendinden emin bir şekilde.
Lorien birkaç saniye durup düşündü.
"Bence seni o kadar çok seviyor ki sana zarar vermekten korkuyor."
Tonks şimdi iyice üzgün görünüyordu. "Onun düşünce biçimini değiştiremiyorum." diye yakındı.
Lorien elini onun elinin koyarak destek oldu.
"Peki ya siz?" diye sordu Tonks, "Artık çıkıyor musunuz? O artık masum ve özgür, biliyorsun."
"Biz?" diye tekrarladı Lorien.
"Sirius ve sen işte canım!"
Lorien'in kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Bunu daha önce de duymuştu ama ciddiye almamıştı.
"Abartma, biz sadece iyi anlaşıyoruz." dedi Lorien.
"Abartmıyorum." dedi Tonks yüzünde muzip bir gülümsemeyle, "sadece ben değil herkes bunu söylüyor. Bence birbirinize çok uygunsunuz."
Lorien kaşlarını çattı. Demek ortalıkta yokken dedikodusu yapılıyordu. Hem de Sirius'la.
"Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemem ama aramızda bir şey yok. Hem zaten... Ben başka birini seviyorum." dedi çekinerek.
"Başka biri mi?" diye bağırdı Tonks.
"Şşt, sessiz ol!" diye uyardı Lorien, "Evet... Sirius iyi biri, hatta fazla iyi. Ama işler göründüğü kadar basit değil."
"Kim peki, yoldaşlıktan mı?" diye sordu Tonks, şimdi gözleri merakla parlıyordu.
"Şey, evet." dedi Lorien, yüzünün kızardığını hissedebiliyordu.
Tonks, kendi kendine mırıldanmaya başlamıştı, "Mundungus... hayır, asla. Kingsley... doğru düzgün konuşmadınız bile. Moody, zaten imkansız." Sonra birden gözleri büyüdü . "Yoksa..." dedi ağzı hayretle açırken, "Snape!"
"Sessiz ol, Tonks!"
Kapının arkasında ani bir tıkırtı duyuldu. Lorien ve Tonks birbirine baktılar.
Tonks boğazını temizledi. "Sirius, geldin mi?"
Cevap yoktu.
Kapıya doğru yürüdüler ve yavaşça açtılar.
Kreacher'dı. Diğer odada gümüşleri parlatıyor ve kendi kendine söyleniyordu. Onları görünce ters bir bakış atıp mırıldanmaya devam etti.
Toplantı başlamadan önce Hagrid ve bir kaç kişi gelip Sirius'u tebrik etti.
"Ne kadar dokunaklı..." diye alay etti Snape, sandalyesini çekip keyifsiz keyifsiz etrafına bakınırken. Toplantı boyunca Sirius'a gelen tebrikleri dinlemek zorunda kalmıştı. Toplantı bitince Sirius yerinden kalktı ve Snape'in kulağına eğilip bir şeyler fısıldamaya başladı. Snape'in yüzü aniden taş gibi olmuştu. Lorien ne konuştuklarını anlamak için daha yavaş hareket etti ancak işe yaramadı. "Lorien, bize biraz izin verebilir misin?" diye sordu Sirius.
"Tabi..." dedi Lorien, "okulda görüşürüz Severus."
Snape tek kelime etmedi.
Lorien çıkar çıkamaz kapı büyü ile arkasından kapandı.
SNAPE VE SIRIUS'UN KAVGASI
"Dişi geyik... Anlamayacağımı mı sandın?" diye fısıldadı Sirius, sesindeki zehirli tını açıkça hissediliyordu.
Snape'in gözleri öfkeyle parladı, asasını hızla çıkarıp ona doğrulttu. "Patronus’um seni hiç ilgilendirmez, Black!" dedi tükürürcesine.
Sirius hafifçe geri çekildi ama gözlerindeki ifade kaybolmadı. “Belki de ilgilendirmeli. Peki ya Evergreen?"
Snape kaşlarını çattı, “Evergreen seni ilgilendirmeyen bir başka konu.”
Sirius yaklaştı. “Senin gibi birine güveniyor." dedi iğrenerek, "Karanlığını ondan uzak tut.”
“Karanlığım senin pervasızlığından daha az tehlikeli.” diye cevapladı Snape, "Akılsız birini korumak için kendini tehlikeye attı, gelip bana tehlikeden mi söz ediyorsun?"
Şimdi Sirius da öfkelenmişti. “Eğer onu ele verecek olursan..." diye başladı.
"Sınırlarını bil, Sirius." dedi Snape, dişlerini sıkarak. “Bu oyun senin anlayacağından çok daha büyük.” Ardından cübbesini savurup uzaklaştı.
Chapter 9: Her Şey Aşk İçin
Chapter Text
Londra'nın Grimshade kasabası bugün sessizliğe bürünmüştü. Ücralarda yer alan eski bir evde bir cadının hayatı son bulmak üzereydi. Kıyafetler etrafa saçılmış, yerdeki karanlık büyü kitaplarının sayfaları kopmuş, iksir şişeleri paramparça olmuştu.
"Ben değilim! Aradığınız kişi ben değilim!" diye haykırdı Mary Mackenzie. Ona küçümseyen bakışlar atan üç tehlikeli Ölüm Yiyenin karşısında diz çökmüştü.
"Kes artık yalan söylemeyi, kes!" diye bağırdı Bellatrix, "Eğer sen olduğun kanıtlanırsa ölmek için yalvaracaksın!"
"Değilim! Ben değilim! Yemin ederim!" diye itiraz etti Mary.
Severus Snape buz gibi bakışlarla onun yalvarışlarını izliyordu. Dudakları kıpırdamadı.
Biraz sonra Greyback düzgünce katlanmış siyah bir cübbe ve üzerinde duran gümüş bir maske ile çıkageldi. Bu maske Lorien'in Esrar Dairesi'nde kullandığı maskenin ta kendisiydi.
Severus hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermedi.
Bellatrix'in gözleri delilikle parlıyordu. "Demek sen değilsin..."
Mary Mackenzie daha şiddetli hıçkırıklara boğuldu. "O şey benim değil! İlk defa görüyorum onu! Yemin ederim...."
"Tabi, hiç senin olur mu?" diye alay etti Bellatrix. Aniden yüzü kasıldı ve asasını ona doğrulttu.
"Crucio!"
Mary'nin tüm vücudu kasılmaya başlamıştı. Hissettiği acıdan yere düşüp kıvranmaya devam etti. Bellatrix kahkahalarla izliyordu.
“Bize söylendiği gibi,” dedi Snape, sesinde en ufak bir duygu olmadan.
"Acelen ne Severus? Biraz eğleniyoruz!" dedi Bellatrix sahte bir ciddiyetle. Ardından tekrar asasını havaya kaldırdı ve ucundan yeşil bir ışık çaktı.
"Avada Kedavra!"
Mary'nin bedeni yere yığıldı. Artık cansızdı.
Severus'un yüzünde bir gölge belirip kayboldu.
Bellatrix'in yeterince eğlenmiş gibi bir hali vardı. "Yeter bu kadar oyun" dedi keyifli keyifli, "Efendimize haber götürelim."
Mary'nin cansız bedenine son kez bakıp evden çıktılar. Bellatrix asasını havaya kaldırdı ve gökyüzüne karanlık işareti bıraktı. Kuru kafa ve yılan, az önce çıktıkları evin çatısında dönüp duruyordu.
Mesaj belliydi: Buradaydık ve birini öldürdük. Sıradaki siz olmak istemiyorsanız karşımıza çıkmayın.
Hepsi Malfoy Malikanesi'nde toplanmıştı. Dikdörtgen şeklindeki masada on bir Ölüm Yiyen vardı. Masanın en ucunda Voldemort oturmuş, Nagini'nin başını okşuyordu.
Bellatrix, "Onu kendi ellerimle öldürdüm, Lordum!” diye haber verdi, yüzüne tebrik edilmeyi bekleyen aç bir ifade vardı.
Voldemort, ona kibirli ve memnun bir gülümseme attı. “Aferin, Bellatrix.” dedi sakince.
Bellatrix'in yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Hemen ardından hürmetle başını eğdi. "Lordum... ne büyük şeref..." diye mırıldandı.
"Evet Severus... Kimmiş bu kanı bozuk cadı ve... neden bulman bu kadar uzun sürdü?" diye sordu Voldemort zehirli derecede sakin sesiyle.
“Lordum… Kadının kimliğini gizli tutuluyorlar bu yüzden öğrenmek biraz zaman aldı." dedi Severus, "Kadının geçmişini araştırdım ve... sırdaşı şeyler buldum."
Severus oturduğu yerde doğruldu ve teker teker anlatmaya başladı, "Yaptığı deneyler sırasında yanlışlıkla üvey kardeşini öldürmüş ama bu onu durdurmamış. Karanlık tılsımlar, ölülerle temas… Geçmişi karanlık ama Dumbledore çaresizlikten ona bir şans verip saflarına almayı kabul etmiş.” dedi büyük bir soğukkanlılıkla. Üstelik söylediklerinin sadece bir kısmı doğruydu. Gerçek şu ki, Yoldaşlık böyle biriyle hiç temasa geçmemişti. Ancak Severus yalan söylerken hiç tereddüt etmiyordu.
Voldemort'un yüzünde kibirli bir gülümseme oluştu. “Hah. Ne kadar zavallı hale geldiklerini gösteriyor." dedi küçümseyerek.
Kılkuyruk çekinerek dudaklarını yaladı ve mırıldanmaya başladı. “Lo-lordum, o kadını biraz tanıyorum, Yo-yoldaşlık’tan medet umacak biri değildir.” diye kekeledi.
Voldemort aniden sesini yükseltti. “Kapa çeneni, Kılkuyruk!” Asasını kaldırdı ve ucundan çıkan kıvılcımlar doğruca ona isabet etti. Kılkuyruk sanki eli yanmış gibi sekerek geri çekildi. Voldemort yeniden koltuğuna yaslanmıştı. “Devam et, Severus.” dedi sakince.
Snape, sert bakışlarını Kılkuyruk’tan çekip Voldemort’a döndü. “Kadın tılsım bilgisi ve yetenekleri karşılığında korunma istemiş. Yoldaşlık onunla avantaj sağlayacağını sanmış ve nerdeyse başarıyormuş."
Nagini tıslayarak Voldemort’a doğru kaydı.
“Şimdi olması gereken yerde,” dedi Voldemort, kibirli bir kahkahayla.
Masadakiler de ona eşlik etti.
-
Dumbledore, müdür odasında çatırdayarak yanan şöminenin ateşini izliyordu. Kaşları çatık ve düşünceliydi. Yarı dehşet dolu bir ifadeyle Severus'a döndü. "Yani birinin ölmesine sebep oldun... Öyle mi?"
"Kaybının çok da önemli olmadığı birini verdim." dedi Snape.
Dumbledore gözlüklerinin ardından Snape’e uzun ve sert bir bakış fırlattı. "Kimin hayatı gereksiz, Severus? Ne zamandan beri insanların yaşamlarını değer biçerek karar veriyorsun?"
"Onlara Lorien'i veremezdim." dedi Snape.
"Beni şaşırttın." dedi Dumbledore yavaşça, "Onu bu kadar önemsediğini bilmiyordum."
Snape duruşunu dikleştirdi. "Lorien bir kahin. Onun kehanetleri... yanlış ellere düşerse sadece bir hayat değil yüzlerce hayat tehlikeye girer.”
"Yine de başka bir yol seçebilirdin, Severus."
Snape'in gözleri aniden öfkeyle parladı. "Hangi yol? Hangi yolu seçebilirdim? Başka yol olmadığını sen de biliyorsun. Pis işleri yapan biri olduktan sonra yargılamak kolay. Benim işim etik olanı tartışmak değil yapılması gerekeni yapmak."
“Yaptığın şeyi anlamıyor değilim, Severus." dedi kadife sesiyle, "Ama anlamadığın şey şu: ne kadar çok gerekçen olursa olsun, birini feda ettiğinde... kendi içinden bir parçayı da onunla birlikte kaybedersin.”
Snape alaycı bir gülüş attı. “Bununla yaşayabileceğimi sanıyorum.” dedi acı bir ironiyle, "Yaptığım onca şeyden sonra."
YOLDAŞLIK KARARGAHI
Voldemort’un geri döndüğü artık inkâr edilemezdi. Saklanmıyorlardı. Katliamlarını gizlemek yerine göstermekten gurur duyuyorlardı.
Büyücü ve muggle dünyasında her gün onlarca insan ölüyor, kasırgalar kopuyor, köprüler yıkılıyordu. İnsanlar tek başına dışarıya çıkamıyordu artık. Lorien pencerenin buğulu camından dışarı baktı. Yazın ortasında hava sisli ve kasvetliydi. Sanki bütün renkler solmuş gibiydi. Mahalledeki bir kaç muggle kıvrak adımlarla evine yetişmeye çalışıyordu. Artık kimse bankta oturup kuşları beslemiyor, keyifli sohbetler ederek gülüşmüyordu. İçindeki hursuzluk hissi midesine yumruk gibi oturdu.
Yoldaşlık masasında konuşulanları ise hayal meyal duyabiliyordu. Moody, bir süredir topal bacağıyla masanın etrafında dolanıp düşünüyordu. "Imperius laneti bakanlığa kadar girmiş. Artık kimseye güvenemezsiniz." dedi gergin gergin.
"En son Mary Mackenzie'nin evine girmişler, kendisi karanlık bir büyücü. Aslında onlara daha yakın ama yine de öldürmek için sebep bulmuşlar belli ki." dedi Mr Weasley, "Bir de Muggle ölümleri var. Zavallılar başına ne geldiğini bile bilmiyor." dedi dertli halde.
Lorien gözlerini pencereden ayırıp tekrar masaya döndü. Karşısında oturan Sirius, gözlerindeki kaygıyı fark edip sakinleştirmek ister gibi göz kırptı. Toplantıdan hemen sonra Lorien toparlanmaya başladı çünkü Severus'la birlikte okula dönmeyi düşünüyordu ama Severus onu beklemeden gitmişti bile. Sirius, Lorien'i durdurup her zamanki çay saati tekliflerinden biri için ısrar etti.
-
Bir öğleden sonra Hogwarts koridorlarında Severus'a rastladı. Göğüs kafesinin altında tanıdık bir kıpırtı hissetti, her seferinde olduğu gibi. Selam vermek için durdu ve gülümsedi. Fakat Severus başını çevirmedi bile; sanki orada yokmuş gibi yanından geçip gitti. Pelerini ardından havalanırken Lorien bakakaldı. Gülümsemesi adeta solmuştu. Koridorda onu izleyen üç kız öğrenciyi farkedince kendini toparlayıp yoluna devam etti. Belki Severus'un ağzından bal damlamazdı ama daha önce asla görmezden gelmemişti. Sinirlenmesi için sayısız nedeni olabilirdi ama bu... bu onun tarzı değildi.
Ertesi gün akşam yemeğinde Lorien Severus'un yanındaki koltuğa geçti. "İyi akşamlar Profesör Snape." dedi gülümseyerek.
"İyi akşamlar." dedi Snape, soğuk bir sesle.
Bir kaç dakika süren rahatsız edici bir sesslik hakim oldu. Bu Severus Snape olamazdı. O her zaman alay edecek bir konu bulurdu.
"Her şey yolunda mı Profesör? Son olardan sonra..." diye sordu Lorien yüzüne bakarken.
Snape kestirip atmıştı. "Evet her şey harika. Son olanlar hakkında konuşmayı gerekli bulmuyorum."
Lorien kaşlarını çatıp yüzünü inceledi. Gerçekten bir tuhaflık vardı onda. "Peki siz nasılsınız? Umarım iyisinizdir." diye devam etti.
"Benim için endişelenmeniz ne büyük lütuf... Ama içiniz rahat etsin diye söyleyeyim, iyiyim. Şimdi, izin verirseniz yemeğime dönmek istiyorum." dedi soğuk bir bakış atarak.
Lorien kendini bir tür böcek gibi hissetti. Snape'in çevresinde gezen ve fazlaca ses çıkarıp onu rahatsız eden bir böcek gibi. Çatalın daha sıkı kavradı. Gözlerine hücum eden yaşları durdurmak için çaba harcaması gerekti. Bir kaç lokma daha almayı denedi ancak yutkunurken lokmalar boğazından geçmedi. Artık orada oturmak çok anlamsız geliyordu. Çatal kaşığını yavaşça bıraktı ve sandalyesini çekip salondan ayrıldı.
Severus ona dönüp bakmamıştı bile.
Odası hiç bu kadar boğucu olmamıştı. Ölüm Yiyenlerin tehditi altında geçen birkaç hafta sonra bir de Severus'un aşağılayan tavırları ona fazla gelmişti.
O gece kafasında dönüp duran düşünceler yüzünden uyuyamadı. Konuşmak istiyordu. Birilerinin gözlerinin içine bakıp, "Yanlış mı yapıyorum?" diye sormaya ihtiyacı vardı. Ancak bu konu herhangi biriyle konuşulacak kadar basit değildi. Sadece Tonks anlayabilirdi onu.
Lorien derslerden sonra aniden karargahta belirdi. Sirius şaşkınlıktan az daha elindeki viskiyi üzerine damlatıyordu.
"Seni hangi rüzgar attı, Evergreen?" dedi gülümseyerek.
"Tonks'u görmem gerekiyor, hiç geldi mi?" dedi Lorien gözleriyle odayı tarayarak.
"Bu saatte geleceğini sanmam." dedi Sirius, "Hem sen Tonks'u ne yapacaksın?"
Lorien omuzunu silkti. "Önemli bir şey değil, sadece konuşmak istiyordum."
"Peki, ben ne güne duruyorum burda?" diye sordu yarı alınmış halde.
Lorien, ona Snape hakkında yakınmanın faydası olacağını sanmıyordu.
"Şey... Senin anlayacağın türden bir mesele değil, boşver." dedi Lorien. Tekrar okula gitmeyi düşünüyordu.
Sirius, ona birkaç adım yaklaştı ve gözlerinin içine baktı. "Lorien... Bana güvenmiyor musun?"
"Hayır alakası yok." diye itiraz etti Lorien, "Snape hakkında. Bunu dinlemek isteyeceğini sanmıyorum."
Sirius kaşını kaldırdı, sandığının aksine ilgileniyor gibiydi.
"Ne olmuş ona?"
"Garip bir şekilde soğuk... ve kaba davranıyor." dedi Lorien, "Anlayamıyorum."
Sirius'un kendi kendine homurdandığını duydu. "Sevgili dostum, Snivellus..."
"Bak ne düşünüyorum biliyor musun?" dedi Lorien, "Unut gitsin. Sonra gelirim ben." Şimdi yüzü iyice gerilmişti.
Sirius çabucak onu durdurdu. "Tamam sakin ol Bayan Kehanet... Hiçbir şey demedim."
Lorien istemeye istemeye durdu ve yüzündeki gergin ifadeyi düzelti.
Sirius ona bir bardak viski doldurup uzattı. "Ne zamandan beri... soğuk davranmaya başladı?"
"Ne bileyim... Geçen toplantıda kendin gördün beklemeden gitti." diye dert anlatamaya başladı Lorien, "Dün akşam yemekte iyi misin diye sordum, ilgilenmedi bile." diye yakındı Lorien, buzlu viskisinden bir yudum içip yüzünü buluşturdu. Boğazını yakmıştı. "Söylesene gün ortasında bunu nasıl içebiliyorsun?" dedi elindeki viskiye bakarak.
Sirius belli belirsiz gülümsedi. "Belki de uzak durman gerekiyordur, Lorien. Hiç düşündün mü bunu?"
Lorien odanın içinde dönüp düşünmeye devam etti. Kendisiyle sesli konuşuyordu artık. Sonra birden duraksadı. Gözleri kararlıydı. "Ne derdi varsa yüzüne soracağım." dedi.
Sirius bıkkın halde kendini koltuğa attı ve derin bir iç geçirdi. "Konunun seninle alakası yok."
"Anlayamadım?"
Sirius sanki zorla konuşuyordu. "Senden uzak durmasını ben söyledim." dedi.
Lorien'in başından kaynar sular döküldü. "Ne yaptım dedin, ne yaptım dedin?"
"Lorien, bırak ona aşık olmayı ona güvenemezsin bile." dedi Sirius doğrulurken.
Lorien donakaldı. "Sen bunu nerden çıkardın?" diye sordu. Ona Severus hakkında hiçbir şey anlatmadığından emindi.
"Tonks ve seni konuşurken duydum. Dinlemek gibi bir niyetim yoktu. Adımın geçtiğini duyunca..."
Şimdi anlamıştı. O akşam kapının arkasında duydukları ses Kreacher'dan gelmemişti. Sirius'tu.
"...gizlice dinledin." diye tamamladı Lorien. "Endişen için minnettarım ancak Severus beni ele vermeyecek." diye savunmaya geçti.
Sirius ona doğru hızlı bir adım attı. Kaşlarını çatıp doğrudan Lorien'in gözlerine baktı. "Seni Voldemort'a ispiyonlaması kaç saniye sürer sanıyorsun?"
"Severus öyle bir şey yapmaz!" dedi Lorien, aksi aksi bakarak.
"O bir Ölüm Yiyen!" diye bağırdı Sirius.
"Eskidendi! Yolunu kaybetmişti!" dedi Lorien daha yüksek sesle.
Sirius dudaklarında küçümseyen bir gülüş belirdi, "Yolunu kaybetmiş... Hepimiz yolumuzu kaybettik ama hiç birimiz Ölüm Yiyen olmadık." dedi öfkeyle.
Lorien'in zihninde rahatsız edici bir anı belirdi, okul yıllarında dört kişilik çapulcu tayfasının Snape ile nasıl dalga geçtiğini hatırladı. Sonunda kendini tutamadı. "Böyle söylemek kolay tâbi. Yıllarca zorbalığa uğrayan kişi sen değildin!" diye patladı Lorien.
Sirius yüzüne tokat yemiş gibiydi. "Şimdi de avukatı oldun demek..." Bağırmıyordu ama kırıldığı apaçık belliydi, “Bir düşüneyim... Ben sadece küçük yaşta babamın evinden kaçtım, Azkaban’da on iki yıl çürüdüm ve döndüğümde herkes ölmüştü. Ama sen haklısın tabii, hiç zorbalığa uğramadım!”
Sessizlik bir bıçak gibi aralarına girdi.
Lorien, ileri gittiğini farketti ama geri dönmedi çünkü çok öfkeliydi. Başından beri bilmesine rağmen, bütün bunlara kendisi sebep olmasına rağmen sesini çıkarmamıştı.
"Madem hissettiklerimi biliyorsun o halde ona bunu nasıl söylersin? Ben sana güvenmiştim, Sirius."
"Söylemek zorundaydım!" diye patladı Sirius, "çünkü lanet olsun... seni sevdiğimi anlamıyor musun!”
Chapter 10: Düşünseli
Notes:
(See the end of the chapter for notes.)
Chapter Text
Yıl: 1996
Kitap: Harry Potter ve Melez Prens
Lorien, karargahtaki toplantı için kendini epey gergin hissediyordu. O günden sonra ilk kez aynı odada olacaklardı. Artık eskisi gibi davranamayacağını biliyordu. Belki acımasızlık gibi gelebilirdi ama bunun ikisi için de daha iyi olacağını düşünüyordu. Karargahın gıcırdayan döşemelerine basarak içeriye adım attı.
Tonks bir koltuğun ucuna ilişmiş Lupin’le fısıldaşıyordu. Sirius, elinde bir bardak buzlu viskiyle masada oturmuş Mr Weasley ile ciddi bir mesele hakkında tartışıyordu.
Lorien içeri girdiğinde gözleri ona döndü. Ne olacaktı şimdi? Konuşacaklar mıydı yoksa birbirlerini görmezden mi geleceklerdi?
Sirius, bakışlarını birkaç saniye onun üzerinde tuttu. Sonra viskisinden bir yudum aldı ve Mr Weasley ile konuşmasına geri döndü.
Demek böyle olacaktı. Sessiz, birbirini yok sayan ama odadaki herkesin farkında olduğu bir gerilim. O sırada bir el kolundan tutup onu kenara çekti. Tonks'un gözleri merakla parlıyordu.
“Bir şey kaçırdığımı biliyordum,” diye fısıldadı, “Aranız felaket derecede kötü. Anlamadım sanma.”
Lorien, kısa bir duraklamadan sonra Sirius’un hislerini başkasına anlatmanın saygısızlık olacağını farketti. “Sadece tartıştık.” deyip kestirip attı.
Tonks’un gözleri aniden küçüldü. “Bu kadar mı yani? Sadece tartıştınız... Neden?”
“Geçen gün seni arıyordum, bulamayınca—”
O sırada kapı açıldı ve Moody içeri girdi. “Beklettiğim için kusura bakmayın,” dedi sert bir sesle. Aksayan adımlarla gelip bir sandalye çekti. “Aptal bir Ölüm Yiyen beni izliyordu.”
Lorien, zamanlaması için ona içten içe minnettar oldu. Sirius toparlandı. “Hiç sorun değil Moody. Sen de geldiğine göre başlayalım da bitsin.” dedi. Sesinde daha önce duymadığı tuhaf bir ton vardı.
Gündem karanlıktı: art arda gelen cinayetler, kayıplar, imperius laneti altındaki büyücüler... Lorien'in gözleri istemsizce Sirius’a kaydı ve bir anlığına göz göze geldiler: bakışları sert ve kırgındı. Sonra ikisi de başka yönlere döndü.
Toplantı sona ererken Lorien ayağa kalktı. “Gitmiyorsun, değil mi?” dedi Tonks.
Lorien bu gerginliğe daha fazla katlanacağını sanmıyordu. “Gitmem gerek, sonra görüşürüz.” Kapıdan çıkarken Sirius’un viski şişesine uzandığını gördü. Ardından Molly’nin sesi duyuldu.
“Aaa yeter artık, gün ortasında bu kadar içilmez canım!”
-
Hogwarts'a döndüğünde Severus'la konuşmak için fırsat kolluyordu. Gün batarken onu koridorda yakaladı.
“Profesör Snape!” diye seslendi arkasından. Ama duymuyordu. Lorien adımlarını biraz daha hızlandırdı. “Lütfen… bekleyin!” dedi arkasından koşarken.
Snape’in adımları yavaşladı ve durup ona döndü. “Ne istiyorsunuz?” dedi bıkkın bir halde.
“Konuşmak.” dedi Lorien nefes nefese.
Snape kaşlarını çattı. Yüzünde o her zamanki sertlik vardı. “Konuşmak için ille de dramatik bir kovalamaca mı gerekirdi? Madem bu kadar ısrar ettiniz… dinliyorum.”
Lorien ne konuşacağını düşünmemişti bile.
“Sirius… Size tam olarak ne söyledi bilmiyorum ama beni görmezden gelmekten vazgeçin.” dedi.
“Profesör Lorien…” diye başladı Snape kısa bir iç geçirerek “Aranızdaki mesele beni ilgilendirmiyor. Dahası, ilgilendirmek zorunda da değil.”
“Artık onunla konuşmuyorum.” diye sözünü kesti Lorien, “Düşünmeden hareket ettim, haklıydınız.”
Snape durdu ve kaşları hayretle havaya kalktı. “Demek farkettiniz.”
“Söylediğin her şeyde haklıydın. Ne zaman seni dinlemesem başım belaya giriyor, özür dilerim.”
Snape cevap vermedi ama Lorien onun yüzüne ufak bir gülümseme gördüğünü zannetti. Snape pelerinini hafifçe savurarak döndü ve Lorien'e baktı. “Yemeğe gelmiyor musunuz?”
Lorien dudaklarına yayılan geniş gülümsemeyi elinden geldiği kadar bastırmaya çalıştı ve birlikte Büyük Salon'a yürüdüler.
BİR YÜZÜK
Saat gece yarısını çoktan geçmiş, dolunay şatonun üzerine yükselmişti. Ayın parlak ışığı odanın içini aydınlatıyordu. Masanın üzerindeki notlar dağılmış birkaç tanesi yere düşmüştü. Bazı sorular hâlâ zihnini kemiriyordu: Severus’un gelecekte Dumbledore’un katili olması... Belki bu sadece aptalca bir rüyaydı.
Artık uykusu gelmişti ve doğru düzgün düşünemiyordu. Asasının tek hareketiyle bütün notlar toplandı ve masanın üzerine yerleşti. Ardından ince battaniyesinin altına girerek uykuya daldı.
Huzurluydu, gökyüzünde uçuyor gibiydi. Bir denizin üzerinden geçip sessiz bir kasabaya vardı. Sonra da bir evin bacasından içeriye süzüldü. Terk edilmiş, uğursuz bir evdi bu. Ceviz ağacından yapılma tozlu bir çalışma masası gözüne çarptı. Üzerinde siyah kadife kumaşla sarılı bir tomar duruyordu.
Yaşlı bir el, kumaşı yavaş yavaş açmaya başladı. Son kumaş parçası da yere düşerken eski bir yüzük meydana çıktı. Ama bir tuhaflık vardı, sanki yüzüğün içinde bir kalp varmış gibi pır pır atıyordu. Dumbledore yüzüğü dikkatle inceledi. O yaklaştıkça yüzüğün içindeki kalp daha hızlı çarpıyordu. Lorien bunun kötüye işaret olduğunu hissetti. Dumbledore parmağını yüzüğe uzatıp dokunduğu anda içinden siyah bir duman fışkırdı ve bütün odayı sardı. Bu lanetli bir yüzüktü, dünyanın en güçlü büyücüsünü alt edecek kadar güçlü bir yüzük. Lorien, odadaki dumanla birlikte uçtu ve bacadan dışarıya çıktı. Gökyüzüne doğru yükselirken aşağıda evler küçülüyordu. Lorien'in kaskatı olan bedeni aniden çözüldü.
El yordamıyla asasını buldu.
"Expecto Patronum!"
Asasından bir turna kuşu süzüldü ve tüm ihtişamıyla havada kanat çırpmaya başladı. "Severus Snape'i bul. Onu uyandır." diye emretti Lorien. Turna kuşu, kanat çırparak kapıdan çıkıp kayboldu.
Oda yeniden karanlığa bürünmüştü.
Hemen sonra "Lumos." diye fısıldadı.
Asasından çıkan ince bir ışıkla sabahlığını üzerine geçirdi. Odadan çıkıp karanlık koridorda yürümeye başladı. Bir dönemeci geçince sert bir şeye çarptı.
"Ah!"
Asasını doğrultunca onun Severus Snape olduğunu farketti.
"Gecenin bu vaktinde ne oluyor Lorien? Neden odama bir patronus gönderdin?"
Lorien'in sesi korkuyla titriyordu. "Bir kehanet gördüm Severus. Dumbledore lanetli yüzüğe dokundu."
Loş ışığa rağmen yüzündeki ince çizgileri seçebiliyordu. İkisi birlikte Dumbledore'un odasına çıktılar. Ancak kimse yoktu.
Severus hemen Lorien'e döndü. "Onu nerede gördün?"
Lorien ne bir tabela ne de bir isim görebilmişti. "Evler vardı. Bir kasaba... Ama adını bilmiyorum."
Severus sabırsızca iç geçirdi. "Zihnine girmek zorundayım."
Lorien hemen geri çekildi. "Hayır..."
Buna asla izin vermezdi, zihni sırlarla doluydu. Severus'un asla bilmemesi gereken sırlarla...
"Saçmalama Lorien! Sadece kehanetine bakacağım."
Başka çaresi olmadığını biliyordu.
"Sadece bu kehanete bakacaksın." diye tekrar etti gözlerine bakarak.
Severus, asasını ona doğrulttu.
"Legilimens."
Birinin zihnine girmek mide bulandırıcı bir histi. Beyninin içinde bir şeylerin dolandığını hissetti. Şimdi aynı kehaneti bir kez daha izlediler. Ama bu defa Severus da oradaydı.
Aniden Lorien'in zihninden ayırıldı.
"Diriltme taşını bulmuş." dedi Snape. Eğer hala şanslıysak yüzüğe dokunmadan durdurabilirim. Gitmem gerek."
"Ya ben?"
Severus öfkeli gözlerini Lorien'e doğrulttu. "Sen burda kalıyorsun." diye parladı.
Lorien itiraz edemedi.
Odasına dönüp volta atmaya başladı, tarot kartlarını karıştırdı. Severus'un en ufak bir haber göndermesini bekledi ancak bir saat geçmişti. Daha fazla dayanamayan Lorien kendini yeniden koridorda buldu. Önce Dumbledore'un odasına çıkan merdivenlerde durdu. Hiç ses yoktu. Sonra yeniden koridorda yürümeye başladı. Bir ses neredeyse ödünü koparacaktı.
“Işığını kapat!”
“Kim var orda?” dedi Lorien. Asasının ucundaki ışıkla çevreyi taramaya başladı.
“Benim ben! Madam Caroline.”
Ses duvardaki tablolardan geliyordu.
“Ah… Ne kadar düşüncesiz bir kadın…” dedi yanındaki yaşlı adam.
Lorien asasını tablolalara doğrulttu. Ancak bu hamlesi onları daha çok rahatsız etmişti. Hepsi bir ağızdan söylenmeye başladı.
“Kapat şunu!”
“Ne yapıyor bu?”
Tabloların birinden ufak bir bebeğin ağlama sesleri yükseldi.
“Çocuğumu uyandırdın! Beğendin mi yaptığını?” diye söylendi bir kadın.
“Özür dilerim.” dedi Lorien. Hızlı adımlarla yarattığı kaostan uzaklaştı.
Biraz sonra Neredeyse Kafasız Nick karşısına çıkmıştı.
“Profesör Lorien? Gece gece hepiniz ne işler karıştırıyorsunuz?”
“Hepimiz derken?”
“Biraz önce Severus ve Dumbledore’u mahzenlere giderken gördüm. Neler oluyor?”
"Teşekkür ederim, Nick!"
Lorien sabahlığının ucunu toplayarak hızla koştu. Nick’in içinden geçince istemsizce ürperdi. “Özür dilerim!” dedi koşmaya devam ederken.
Zindana indiğinde adımları yavaşladı. Sessizce yürüyüp iksir sınıfının kapısına kadar geldi. Kapının kolu tam olarak yerine oturmadığı için şanslıydı. Bu sayede konuşulanları duyabiliyor ve belli belirsiz görebiliyordu.
“Üç yıl… En fazla bu kadar yaşayabilirsin.” dedi Severus. “İyileşmez ama bir süre parmağında hapsederiz.”
“Harika haber.” dedi Dumbledore yorgun bir tebessümle. “Üç yıla neler sığar, değil mi Severus? Gerçi bazıları bu süreyi bile çok görebilir.”
Severus elindeki iksiri bırakıp ona döndü.
“Draco… Hiç şüphesiz bir görev almış. Yerine getirmek için her şeyi deneyecektir.” dedi Dumbledore.
Severus’un yüzü karardı. “Çocuğu kullanıyor…” dedi fısıltıyla.
“Ailesini cezalandırmak istiyor.” dedi Dumbledore.
“Ne yapmamı istiyorsun?”
“Beni öldürmeni… muhtemelen bu yıl içinde.”
Lorien ses çıkarmamak için ellerini ağzına bastırdı. Ancak içindeki fırtınaların sesini susturamıyordu. Kehaneti doğruydu ama bu zevkle işlediği bir cinayet değildi. İçten içe parçalanarak kabul ettiği bir yüktü.
Severus elindeki kepçeyi aniden kazana geri bıraktı. “Ne?” dedi sesinin en karanlık tonuyla.
“Bunu yaparsan hem bir çocuk kurtulacak hem de Voldemort'a karşı sadakatini kanıtlayacaksın.”
“Ya bunu yapmak istemiyorsam?” diye çıkıştı Snape.
“O çocuğun ruhu henüz zedelenmiş değil,” dedi Dumbledore.
“Ya benim ruhum, Dumbledore? Ya benimki?”
“Yaşlı bir adam için en azından bu kadarını yapamaz mısın?”
“Her şeyi yaptım ama hiçbiri sana yetmiyor.” Sert adımları odanın içinde yankılanırken kapıya yöneldiğini farketti.
“Nox diye fısıldadı Lorien.
Asanın ucundaki zayıf ışık sönünce tamamen karanlıkla bütünleşmişti. Kendini tam zamanında kolonun arkasına çekmeyi başardı. Severus’un sert adımları zindanın soğuk duvarlarında yankılandı. O öfkeyle yürürken meşalelerin alevi titriyordu. Bir süre kolonun soğuk mermerini sırtında hissetti. Olanları sindirmeye çalışıyordu. Bir kaç dakika sonra Dumbledore sınıftan çıkıp yürümeye başladı. Lorien kafasını uzatıp nasıl göründüğüne baktı ancak Dumbeldore hissetmiş gibi geriye dönüp Lorien’in saklandığı kolona baktı.
Lorien gizlenip nefesini tuttu. Kalbinin sesi kulaklarında davul gibi atıyordu. Kısa bir sessizliğin ardından Dumbledore, kendi kendine mırıldandı.
"Sanırım yaşlandıkça kulaklarım beni yanıltıyor...”
Ve yavaş yavaş yürüyerek gözden kayboldu.
DÜŞÜNSELİNDEKİ ANILAR
🎶🎵🎶
Lana Del Rey - Music to Watch Boys (Instrumental)
Lorien odasına dönüp düşünmeye başladı. Artık aklına hiçbir şey gelmiyordu. Tek umudu onu ikna etmekti hatta gerekirse yalvaracaktı.
Kendini Dumbledore'un odasında bulduğunda sabah olmak üzereydi.
"Profesör Lorien, bu saatte gelmenizin önemli bir sebebi olmalı." dedi Dumbledore kaşlarını kaldırarak.
Lorien'in gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. “Bu görevi ona vermeyin… Bunu yaparsanız ölecek!"
Dumbledore'un yüzündeki sakinlik yerini şaşkınlığa bıraktı. "Ne demek istiyorsun?"
"Bunu sana anlatmanın bir yolu yok. Anılarımı al... Hepsini!"
Dumbledore, onu bir sandalyeye oturttu. Asasını Lorien'in alnına dayayıp gümüşi bir iplik çekti ve düşünseline bıraktı. Yüzünü düşünseline daldırınca kendini Yasak Orman'da buldu.
Lorien henüz genç bir kızdı. Yasak Orman’da korkudan titrerken yürümeye devam ediyordu. Biraz sonra boynunda sıcak bir nefes hissetti. Arkasını dönünce tehlikeli bir yaratığın gözleriyle karşılaştı. Lorien asasını kaldırdı ancak canavar tek hamlede uzağa fırlattı. Silahsız kalan Lorien elleriyle yüzünü siper etti.
Gözlerini kapadı. Ölmek için hazırdı.
O sırada bir ışık hüzmesi ortalığı aydınlattı. Bir küt sesi duyulurken yer titremişti. Gözlerini açtığında az önceki yaratığı yerde baygın halde buldu. Az ötede genç bir oğlan asasını indirip cübbesinin cebine koydu. Dumbledore bu çocuğu hemen tanıdı: Severus Snape'ti.
Severus ona doğru birkaç adım atıp elini uzattı. "İyi misin?" dedi kaldırırken.
"Ben... beni nasıl buldun?"
"Bir grup Ravenclaw'un ormanda ne aradığını merak ettim... Doğrusu akıllı olduğunuzu zannederdim." dedi alayla.
Lorien'in yüzü kızardı. "Sana hayatımı borçluyum." Elini uzattı, "Ben Lorien Evergreen."
"Evet" dedi Snape, "Borçlusun."
Sonra ona uzanan eli sıktı. "Ben de Severus Snape."
Dumbledore bir şey farketmişti, muhtemelen hala farketmedikleri bir gerçeği...
"Ah şu gençler..." diye mırıldandı. Görüntü kaybolurken kendini bahçede buldu.
Öğleden sonra Hogwarts bahçesi güneşli ve kalabalıktı. Lorien, arkadaşları Will ve Anna ile tılsım sınavından yeni çıkmıştı. Üçü, bir söğüt ağacın altında durdu.
Will ve Lorien, sınavda geçen koruma tılsımı hakkında hararetli bir tartışmanın tam ortasındaydı. Anna ise etrafı izleyip güneşin tadını çıkarıyordu.
Will, çerçeveli kalın gözlüklerinin üzerinden yazdığı notları okudu. "Yanlış biliyorsun Lorien, tılsım hazırlamak için ayçiçeği tohumuna ihtiyacın var." dedi üstüne basa basa.
Lorien, onun elindeki kağıt tomarını kaptı ve okumaya başladı. "Nerede yazıyor, göster." dedi inatlaşarak.
O sırada Anna, Lorien'in koluna dirsek attı. "Sirius Black geliyor!" dedi heyecanla.
Lorien, kafasını kaldırdı. Bir kaç metre ötede dört kişilik çapulcu tayfası caka satarak bahçede yürüyordu.
"Sessiz ol, şimdi seni duyacak." diye uyardı Lorien.
Kafasını biraz çevrince Severus Snape'e doğru yürüdüklerini gördü. Severus, her şeyden habersiz halde kafasını kitaplara gömmüştü. James dibine kadar yaklaştığında ancak farkedebildi.
"Karga burun, çekil kenara da geçelim." dedi James.
Severus kafasını kaldırdı ve arkasında duran dört kişiyi farketti. Ama çekilmedi. Gözlerini James'in gözlerine kilitledi. Bahçede uğultular yükseldi, öğrenciler bir laf dalaşının çıkmasını bekliyordu. Lorien elindeki kağıt tomarını Will'e uzattı, şimdi tılsım notları umrunda bile değildi.
James ve Severus'un gözleri öfkeyle parladı, en ufak bir kıvılcım kavga sebebi çıkaracaktı. Peter Pettergrew, en arkada sessizce onları izliyordu. Lorien, onun yüzünde heyecanlı bir gülümseme yakaladı. Birkaç saniye süren gerginliğin ardından Sirius Black öne çıktı. Snape'e omuz atarak yol açtı. "Hadi gidelim, uğraşmaya değmez." dedi umursamaz bir tavırla. Remus ve Peter onun arkasından yürüdüler.
"Tekrar görüşürüz, Snivellus." dedi James. Hemen sonra koşup arkadaşlarına yetişti ve kendi aralarında gülüşmeye başladılar. Az önceki gergin hava anında kaybolmuştu. Geride bıraktıkları Severus ise onlar kadar neşeli değildi. Lorien her şeyin farkındaydı. Yüzündeki bir kas seğirdi. Yavaşça asasını kaldırdı ve James Potter'ın ayaklarına doğrulttu.
"Napıyorsun Lorien, saçmalama!" diye fısıldadı Anna.
Lorien, "Şşşt." diye susturdu, "Calcipulso."
"Ah!" James aniden inledi. Şimdi tek ayağının üzerinde sekiyordu. Hemen arkasındaki Peter'a döndü.
"Dikkatli olsana!"
"Ben bir şey yapmadım..." dedi Peter şaşkın halde.
İkisi arasında küçük bir tartışma başlamıştı. Lorien sırıttı, yaptığı şey kesinlikle hoşuna gitmişti. Asasını indirip cübbesinin cebine yerleştirdi. Tekrar Severus'a döndüğünde göz göze geldiler. Lorien'in nefesi kesilmişti. Büyü yaptığını görmüş müydü?
Severus'un dudaklarında teşekkür eder gibi ufak bir gülümseme belirdi. Lorien başını hafifçe öne eğerek karşılık verdi.
Görüntü kayboldu ve Dumbledore kendini loş bir odanın içinde buldu; burası iksir sınıfıydı. Sınıfta sadece bir masa doluydu. Severus ve Lorien kaynayan kazanın başında çalışıyordu. Camdaki buz kristallerinden mevsimin kış olduğunu anladı. Buna rağmen Lorien'in yanakları hafifçe pembeleşmişti.
Severus el yazması notlarını dikkatle okuduktan sonra kökleri kazanın içine bıraktı. "Bu kısmı sen yap.” dedi Severus, "üç defa saat yönünde, iki defa saat yönünün tersine karıştıracaksın."
“Bana emanet etmek istediğine emin misin?" Dedi Lorien şüpheyle.
"Eğer bunu yapamazsan sınavda patlayacak ilk kazan seninki olur. Hem öğrenmek için bana gelmemiş miydin?"
Lorien iç çekti ve çaresizce kepçeyi elinden aldı. "Üç defa saat yönünde" diye mırıldandı. Severus bir adım arkasından onu izlerken kafasını salladı, tam bir öğretmen gibiydi.
"Şimdi iki defa saat yönünde." dedi Lorien, emin olamayarak.
"Saat yönünün tersine!" diye düzeltti Severus.
"Tamam tamam, tersine karışıyorum işte."
O kepçeyi döndürürken Snape şişelenmiş diken otu özünden iki damla döküp karıştırma işini devraldı. "Bana murtlap özünü ver şimdi." dedi notlarını okurken.
Lorien onlarca farklı malzemenin sıralandığı masaya göz attı ve sarı bir şişenin aradığı şey olmasını umdu. Severus gözünü kazandan ayırmadan şişeye uzandı. Ancak bulduğu şey Lorien'in parmaklarıydı. Lorien'in gözleri kocaman açıldı. İksir şişesi parmaklarının arasından kayıp yere düştü ve paramparça oldu.
"Özür dilerim!" dedi Lorien, yüzü giderek daha fazla kızarıyordu.
Snape eliyle onu itip cam kırıklarından uzaklaştırdı. "Kenara çekil. Kendini keseceksin şimdi."
Asasını kırık cam şişesine uzattı ve bir büyü mırıldandı.
İksir odasında görüntü dağıldı. Bu defa karşısında Lily ile Snape vardı. İkisi kütüphanede sessizce kitap okuyordu. Severus kafasını kitaptan kaldırıldı ve göz ucuyla Lily'yi izlemeye başladı.
Az ötede oturan Lorien, bunu farketmişti. Kaşlarını çattı. Aniden ayağa kalkıp kitaplarını gürültüyle kapattı ve koşarak kütüphaneden çıktı. Snape ile Lily de dahil birçok kişi başını kaldırıp onu izledi. Bu anı çok kısaydı. Hemen sonra görüntü yeniden dağıldı.
Dumbledore kendini bir yaz gününde, mezuniyet töreninin tam ortasında buldu.
Severus mezun olacaktı, Lorien'in iki yılı daha vardı. Hüzünlü gözlerine sıcak bir neşe yerleştirdi.
“Seni tekrar görebilecek miyim Severus?”
“Sanmıyorum.” dedi Severus, “Ama başıma esaslı bir bela istersem görüşürüz elbet.” Dudaklarında çarpık bir gülümseme belirdi. “Umarım yine Yasak Orman’a gidip yaratık peşinde koşmazsın.” diye ekledi hemen.
O sırada okulun çanları mezunlar için son kez çalmaya başladı. Severus oradan ayrılırken Lorien'in gözleri dolmuştu.
Biri 17 diğeri 15 yaşındaki iki gencin görüntüsü dağıldı ve yerini iki yetişkin aldı. Lorien Evergreen ve Severus Snape yıllar sonra Büyük Salon'da yeniden karşılaşmıştı.
İkisi hem farklı kişilerdi hem de aynı kişiler...
Daha sonra Cedric ve Sirius'un kurtuluşunu izledi. Severus'un dahil olduğu kehanetlere girip onun ölümünü gördü. Düşünselinden çıktığında uzun bir süre sessiz kaldılar.
Dumbledore derin ve sakin bir nefes aldı.
“Lorien… Öncelikle cesaretini tebrik etmeliyim." dedi yumuşak sesiyle, "Çoğu insan bunların birine bile cesaret edemezdi. Asıl konumuza gelirsek... Gördüklerim sadece senin değil, hepimizin kaderinde bir dönüm noktası."
Odada yavaş yavaş yürümeye başladı.
"Severus’u ne kadar çok önemsediğini gördüm… Ama bazen en zor seçimler, büyük fedakarlıklar gerektirir."
"Kimsenin ölmesine gerek yok." diye itiraz etti Lorien, "Yaşaman gereken üç yıl var."
Dumbledore durup derin bir nefes aldı,
“Bu yüzden önce seni dinleyeceğim. Çünkü bazen umut en zor anlarda doğar.”
Lorien'in nemli gözleri umutla parladı.
"Ama bir şartım var." diye ekledi Dumbledore.
"Nedir?"
“Şartım şu: Bundan sonra gördüğün bütün kehanetleri, planları ve çekincelerini benimle paylaşacaksın. Bir daha asla tek başına, benim bilgim ve onayım olmadan harekete geçmeyeceksin. Anlaştık mı?”
Lorien çabucak başını salladı.
“Anlaştık.”
Dumbledore ellerini önünde birleştirdi. "Şimdi bana tüm planlarını anlatmanı istiyorum."
Notes:
Minik bir soru: En çok hangi bölümü sevdiniz? 😇
Chapter 11: Yıldızlar
Chapter Text
Yıl: 1996
Kitap: Harry Potter ve Melez Prens
Lorien, Weasley Büyücü Şakaları'nın önünde durdu. İçerisi kocaman ve rengarenkti. Gelen müşterilerin üzerine konfetiler patlıyordu. Bir kaç eşya kendiliğinden havalandı. Bir tanesi neredeyse Lorien'e çarpmak üzereydi. Leziz bir çikolatayı ağzına atan çocuğun yüzünde kocaman sivilceler çıkıyordu. Yanındaki arkadaşı uzun bir şekerleme yuttu ve dili uzamaya başladı. İkisi şaşkınlıkla birbirine bakıp kahkahalara boğuldu. Biraz daha ileride pembe bir aşk iksiri standı duruyordu. Lorien bir tanesini eline alıp incelemeye başladı. Bir anlığına Severus'un bunlarla nasıl görüneceğini hayal edip gülümsedi.
“Aşk iksirleri kesin çözüm verir. İçen kişi sizden başkasını görmez." dedi biri.
Lorien arkasını dönünce Fred ve George’u tam karşısında buldu.
“Profesör Lorien... sizi burada görmeyi beklemiyorduk." dedi Fred coşkuyla.
"Aşk iksirleri almak için doğru bir gün. Bugün iki tane alana üçüncüsü bedava!” dedi George sırıtarak.
“Ne yazık ki aşk iksirine ihtiyacım yok.” diye yanıtladı Lorien.
Fred hemen atıldı, “Neye ihtiyacınız var peki? Görünmezlik pelerini? Bakanlık onaylı saç dökücü?”
“Sahte bir asa," Dedi Lorien. "Gerçeğine çok benzeyen ve sahte büyüler yapan bir asa.”
İkizler bir an durup birbirine baktı.
“Zor bir iş değil,” dedi George.
“Ama ince bir iş.” dedi diğer kardeş.
“Ve ince işler…”
“…kalın keseyle yapılır.” diye tamamladılar tek bir ağızdan.
Lorien cübbesinin cebinden içi dolu bir kese çıkarıp havaya kaldırdı. "Peki, bu kadarı yeter mi?" dedi gülümseyerek.
İkizler sırıttı. “Siz emredin, biz yapalım.”
Halinden memnun şekilde Hogwarts'a dönen Lorien, gelişmeleri rapor etmek için Dumbeldore'un odasına yöneldi. Artık yanına güçlü bir müttefik kazanmıştı. Bu durum bütün oyunu değiştirecekti.
Müdür odasının önüne geldiğinde içeride birilerinin olduğunu anladı. “Anlamadığın şeyler var Severus.” diyordu Dumbledore.
Lorien kapıyı açınca bütün yüzler ona döndü. Severus ve bir ev cini vardı.
Dumbledore gülümsedi. “Hoşgeldiniz, Bayan Evergreen.”
“Ben... daha sonra gelebilirim.”
“Hayır, tam zamanında geldin. Sizi tanıştırayım, sevgili dostum Dobby." dedi eliyle ev cinini işaret ederek.
Dobby gülümsedi.
“Dobby, Profesör Lorien'i tanır efendim. Dostlarının yanında durmak bir onurdur. Dobby elinden gelenin en iyisini yapacak!”
Lorien de ona gülümsedi fakat kafası oldukça karışmıştı.
Dumbledore gayet kararlı biçimde ellerini arkada birleştirdi. “Biraz düşündüm ve biraz yardıma ihtiyaç olduğuna karar verdim.”
Snape’in sabrı tükenmek üzereydi.
“Biraz yardım mı? İhtiyacımız olan tek şey biraz yardım mı zannediyorsun?" Adeta burnundan soluyordu, "Kana susamış bir avuç Ölüm Yiyenin karşısında neyimiz var? İpin ucunda duran bir ihtiyar, kehanetleri sırasında donmaya meyilli bir profesör, başarı şansı yüzde elliden düşük bir plan ve..." Gözleri Dobby'ye kaydı, “…bir ev cini.” dedi alayla.
“Bu işi kendin yapmayı mı tercih ederdin Snape?" diye sordu Dumbledore. "Planın buysa işimiz daha basit ve hızlı olur.”
Snape kaşlarını çattı. “Neden ona böyle büyük bir sorumluluk verdin? Lorien yalan söylemeyi bile beceremez.”
Lorien ağzını açacak gibi oldu ama sonra vazgeçti.
“Bu plan Bayan Evergreen’in fikriydi ve ben de mantıklı buldum,” dedi Dumbledore. “Sadece bir kaç pürüz üzerinde çalışmamız gerekiyor.”
Snape delici bakışlarını Lorien'e çevirdi. “Demek bir plan daha... Neden her şeye burnunuzu sokuyorsunuz, sorabilir miyim?"
Dumbledore gözlüklerinin üzerinden Snape'in yüzünü inceledi. “Senin de gayet iyi bildiğin gibi zaman zaman hepimizin bir plana ihtiyacı oluyor.”
Snape gözlerini kıstı ama cevap veremedi, adeta ihanete uğramış gibi görünüyordu.
Lorien ikisinin yüzünü dikkatle incelese de bir anlam çıkaramadı. Sırlar saklayan ve birbirine güvenmeyen bir ekipten daha kötü ne olabilirdi ki?
Okulların açılmasına çok az kala yaşlı bir baykuş, kahvaltı masasının tam ortasına bir kart bıraktı. Lorien elindeki fincanı kenara bırakıp kartı inceledi. Üzerindeki yazıyı tanıyordu, Weasley’lerdendi.
Sevgili Profesör Lorien,
Yarın akşam Harry’ye küçük bir doğum günü sürprizi hazırlamak istiyoruz. Eğer gelmek isterseniz çok seviniriz. Ayrıca, bazı gelişmelerden haberdar olmak isteyebileceğinizi düşündüm. Toplantıyı bizim evde yapacağız. (Adres aşağıda)
Sevgilerle, Molly Weasley.
Bir süredir Yoldaşlık toplantılarını çeşitli bahanelerle geçiştiriyordu ama bunu geçiştiremeyeceginin farkındaydı. Harry en sevdiği öğrencilerinden biriydi. Onu böyle bir gecede yalnız bırakamazdı. Harry’nin Quiddich’te ne kadar iyi olduğunu biliyordu, tıpkı babası James Potter gibi doğuştan yetenekliydi. Ona aldığı bir çift koruyucu ekipmanı paketledi ve kenarına küçük bir not iliştirdi.
Burası eğri büğrü ama samimi bir yerdi. Kapının önüne geldiğinde içerideki şamatayı duyabiliyordu. Kapıyı tıklamadan önce Sirius'u yeniden görme düşüncesine kendini hazırladı. İkisinin arasındaki gerilimin partiyi berbat etmesine izin vermeyecekti.
İçerisi görece kalabalık sayılırdı. Bütün Weasley ailesi, Bill'in nişanlısı Fleur, Hermonie, Lupin, Tonks ve Sirius.
Sirius bugün epey neşeli görünüyordu ama göz göze gelememeye çalıştılar.
Ona gelmeden önce yanlarında duran Bill ve Fleur'u tebrik etti.
"Tesekkuğleğ, madam." dedi Fleur, elini sıkarak. Giderek daha da güzelleşiyordu. Üstelik Bill ile bu kadar yakıştıklarını hiç farketmemişti.
Sirius onların tam yanındaydı, karşı karşıya gelince ellerini cebine soktu. Lorien bakışlarını kaçırarak “Merhaba,” dedi kısık bir sesle.
Sirius döndü ve göz göze geldiler. Bir an, çok kısa bir an ne yapacaklarını bilemediler. Neyse ki Molly’nin sesi araya girmişti.
“Hadi, herkes sofraya!”
Şimdi herkes onunla arasının bozuk olduğunu anlamış olmalıydı. Hemen Tonks'un, en iyi dostunun yanına sokuldu. Güzel ve sıcak bir akşam yemeğinin ardından Harry’nin pastası geldi. Remus Lupin, Harry'ye kesilmiş bir dilim pasta uzatırken iç karartıcı haberleri anlatmaya başladı.
"Başka bir ruh emici saldırısı oldu," diye duyurdu, "Igor Karkaroff'un vücudunu Kuzey'de bir kulübede buldular, bir yıldır saklanıyor.”
Sirius koltuğunda doğruldu. “Regulus, Ölüm Yiyenler'i terkettikten sonra yalnızca birkaç gün dayanabilmişti.” dedi boğuk bir sesle.
Molly rahatsız olmuşa benziyordu. “Evet, pekâlâ," dedi kaşlarını çatarak, "belki de farklı bir şeyler hakkında konuşmalıyız.”
Bill ve Lupin konuşurken Sirius artık dinlemiyordu, dalgın görünüyordu. Ardından cebindeki sigara paketini yoklayıp kapının önüne çıktı.
"Hâlâ Regulus’u düşündüğü belli.” diye fısıldadı Tonks.
Lorien bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini hissetti. "Ben gidip bakayım." Dedi usulca.
Tonks gülümsedi, "Belki barışırsınız."
"Düşman değiliz ya Tonks."
Masadaki konuşma devam ederken kapıya doğru yürüdü. Gökyüzü yıldızlarla bezeliydi. Gecenin soğuğu çıplak olan omuzlarını ürpertti. Sirius’un dudaklarından çıkan sigara dumanı havaya süzülüyordu. Bakışları gökyüzündeki bir yıldıza takılı kalmıştı.
“Biraz sağlıklı alışkanlık edinemez miydin?” dedi usulca.
Sirius başını çevirip baktı. Karşısında onu görmeyi beklemediği belliydi. Sonra tekrar gökyüzüne döndü. “Yine çok düşüncelisin.” dedi alayla karışık.
Lorien cevap vermedi. Cır cır böceklerinin sesi gecenin sessizliğini dolduruyordu. Birkaç dakika boyunca birlikte sessizce yıldızları izlediler.
Sonunda Sirius parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı yere atıp ezdi. “Keyfin yerinde. Snape'le aranı toparlamış olmalısın.”
Bunu inkar edemezdi ve o konuda hala kızgındı. “Evet öyle.” dedi buz gibi bir sesle.
Sirius acı acı güldü. “Harika.”
Lorien kendini yeniden huzursuz hissetmeye başlamıştı. Dudakları aralandı ama ne diyeceğini bilemedi. “İçeriye geçsem iyi olur,” dedi sonunda
Uzun bir günün ardından Lorien kendini yatağa attı ve uykuya daldı. Çok geçmeden gözlerinin önünde bir oda belirmişti. İçeride eski bir dolap karşısına çıktı. Dolap boştu. Dahası ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ne daha önce böyle bir oda görmüştü ne de bir dolap.
“Lorien?”
Hemen ardından babasının sesi duyuldu. Arkasını döndüğünde oda kayboldu ve kendini bir park yerinde buldu. O güne geri dönmüştü. Babasını kurtarmak için çaresizce çabaladığı rüyalarından biriydi sadece. Lorien'in tek düşündüğü şey onu durdurmaktı ancak hiçbir zaman başaramıyordu. O arabaya her seferinde biner ve her seferinde kaza yapardı. Bu bir işkenceydi, onu tekrar görmek bir eziyetti.
Lorien titreyerek uyandı ve elini göğsüne bastırdı. Sakinleşmeye ihtiyacı vardı. El yordamıyla sabahlığını üzerine geçirdi ve Astronomi Kulesine yürüdü. Ne zaman buraya gelse gökyüzü onu bir şekilde rahatlatırdı. Evreninin sonsuzluğunu ve kendinin ne kadar küçük olduğunu hatırlatırdı. Kuleye vardığında yalnız olmadığını farketti. Siyah pelerini rüzgarda dalgalanan biri vardı.
"Profesör Snape?"
Severus, arkasını dönmeden konuştu. “Bu saatte kulenin tepesinde ne işiniz var, Evergreen?”
Lorien birkaç adım yaklaştı. “Uykum kaçtı, ya siz?”
”Ben de öyle.” dedi Snape ellerini arkasında birleştirirken.
Lorien tam yanında durdu ve bir süre birlikte yıldızları izlediler. Gökyüzü cam gibiydi. Uzakta bir baykuş ötüyordu.
Lorien parmağıyla parlak bir cismi işaret etti.
“Şu gökyüzünde parlayan şeyin aslında Venüs olduğunu biliyor muydunuz? Hep yıldız sanılır ama hep yanlış anlaşılır.”
Gözlerini kısıp Venüs’e daha dikkatli bakmaya başladı. “Kehanet profesöründen astronomi dersleri almak ilginç…” dedi alayla.
Lorien'in yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. “Biliyor musun Severus, hiç kehanet görmeden yaşamak isterdim.”
“Kontrol manyağı olduğunuzu zannediyordum,” dedi Snape göz ucuyla ona bakarak.
“O iş sizden sorulur.” dedi Lorien.
“Benden mi? Hah.” Snape dudaklarının kenarındaki küçük gülümsemeyi bastırmaya çalıştı.
“Elbette.” dedi Lorien.
İkisi birbirine bakıp gülümsedi. İlk defa, gerçekten aynı yerdeymiş gibiydiler. Lorien uzun zamandır ilk defa bu kadar yakın hissediyordu.
Sonra Snape’in yüzündeki ifade değişti ve sertleşti. “Hata yapma şansın yok. Bunu biliyorsun, değil mi?”
”Elbette biliyorum.” dedi Lorien, ama ne söylerse söylesin ne kadar çabaladığını asla tahmin edemezdi.
“Peki neden?" Sesinde gerçekten merak vardı. "Neden bu riski alıyorsun? Senin savaşın bile değil.”
Lorien gözlerini onunkilere kilitledi, kalbi davul gibi çarpıyordu. “Bence her ruh ikinci şansı hak eder.” dedi usulca. Söylemek istediklerini anlamasını umdu.
Snape’in kaşları çatıldı.
"Peki ya benim ruhum, Dumbledore? Ya benimki?"
Gözleri büyüdü. Hatırlamıştı. Dumbeldore'a söylediği son sözü hatırlamıştı.
Ona yeni bir soru yöneltmenden önce kaçması gerektiğini biliyordu. Gözlerine son kez bakıp gülümsedi. “İyi geceler.” dedi uzaklaşırken. Arkasını döndüğünde yanakları alev alev yanıyordu. İlk defa onu sevdiğini ima etmişti.
Pages Navigation
ay ve güneş (Guest) on Chapter 1 Mon 05 May 2025 11:10PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 1 Tue 06 May 2025 12:02PM UTC
Comment Actions
Lily (Guest) on Chapter 4 Sun 18 May 2025 09:44AM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 4 Sun 18 May 2025 04:39PM UTC
Comment Actions
Lily (Guest) on Chapter 4 Sat 24 May 2025 05:46AM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 4 Sat 24 May 2025 07:04AM UTC
Comment Actions
sureyyas (Guest) on Chapter 4 Sun 18 May 2025 07:19PM UTC
Comment Actions
sureyyas (Guest) on Chapter 4 Sun 18 May 2025 07:19PM UTC
Comment Actions
sureyyas (Guest) on Chapter 4 Sun 18 May 2025 07:21PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 4 Mon 19 May 2025 07:37PM UTC
Comment Actions
sureyyas (Guest) on Chapter 4 Fri 23 May 2025 06:35AM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 4 Sat 24 May 2025 06:18AM UTC
Comment Actions
Lily (Guest) on Chapter 5 Sun 25 May 2025 12:07AM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 5 Sun 25 May 2025 06:25PM UTC
Comment Actions
sureyyas (Guest) on Chapter 5 Mon 26 May 2025 10:02AM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 5 Mon 26 May 2025 07:04PM UTC
Comment Actions
kardonusnapus (Guest) on Chapter 5 Wed 28 May 2025 05:29PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 5 Wed 28 May 2025 10:05PM UTC
Comment Actions
kardonussnapus (Guest) on Chapter 5 Thu 29 May 2025 04:05PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 5 Thu 29 May 2025 06:25PM UTC
Comment Actions
kardonussnapus (Guest) on Chapter 5 Fri 30 May 2025 03:12PM UTC
Comment Actions
Lily (Guest) on Chapter 6 Thu 29 May 2025 08:46PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 6 Fri 30 May 2025 01:11PM UTC
Comment Actions
Lily (Guest) on Chapter 6 Thu 05 Jun 2025 10:31AM UTC
Comment Actions
sureyyas (Guest) on Chapter 6 Thu 05 Jun 2025 02:27PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 6 Thu 05 Jun 2025 06:10PM UTC
Comment Actions
surreyyad (Guest) on Chapter 6 Thu 29 May 2025 09:15PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 6 Fri 30 May 2025 01:09PM UTC
Comment Actions
kardonussnape (Guest) on Chapter 6 Fri 30 May 2025 03:11PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 6 Fri 30 May 2025 09:00PM UTC
Comment Actions
Pelin (Guest) on Chapter 6 Fri 13 Jun 2025 04:22PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 6 Sat 14 Jun 2025 10:13PM UTC
Comment Actions
Lily (Guest) on Chapter 7 Thu 05 Jun 2025 06:30PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 7 Fri 06 Jun 2025 09:42AM UTC
Comment Actions
Lily (Guest) on Chapter 7 Thu 05 Jun 2025 06:31PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 7 Sat 07 Jun 2025 06:31PM UTC
Comment Actions
sureyyas (Guest) on Chapter 7 Fri 06 Jun 2025 03:17PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 7 Sat 07 Jun 2025 06:30PM UTC
Comment Actions
sureyyas (Guest) on Chapter 7 Sun 08 Jun 2025 10:06AM UTC
Comment Actions
kardonussnapus (Guest) on Chapter 7 Thu 12 Jun 2025 02:00PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 7 Thu 12 Jun 2025 05:04PM UTC
Comment Actions
sureyyas (Guest) on Chapter 8 Thu 12 Jun 2025 06:39PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 8 Sat 14 Jun 2025 10:15PM UTC
Comment Actions
Lily (Guest) on Chapter 8 Thu 12 Jun 2025 07:23PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 8 Sat 14 Jun 2025 10:14PM UTC
Comment Actions
kardonussnapus (Guest) on Chapter 8 Thu 12 Jun 2025 07:53PM UTC
Comment Actions
KirmiziSapka on Chapter 8 Sat 14 Jun 2025 10:14PM UTC
Comment Actions
Pages Navigation